Merhaba sevgilim,

Yarım ay oldu sanırım yazmayalı, nasılsın? Ben dalgınım yine. Kafamın içindekilerle savaşmayı bırakıp teslim oldum, onlar konuşup duruyor, ben de dinliyorum sadece. Bitkisel hayat yaşıyorum adeta, beyin ölümü gerçekleşmiş bir hasta gibiyim, diğer organlarla birlikte kalbim çalışıyor ama beynim ölü gibi.


Bu sıralar kalbimden çıkan her kelimeyi cümleye dönüştürüp dilimde topluyor, sonra da hiç haberinin olmadığı kara bir deftere döküyorum, en içimi döküyorum...

Döküyorum da bilmiyorsun işte. İçimin en güzel kelimelerini bir araya getirdiğim o cümleleri bilmiyorsun. Bilsen döner miydin?


Başımı yastığa her koyduğumda karşımda nasıl belirebiliyorsun? Anılar nasıl kanlı canlı karşıma dikilebiliyorlar? Mesela birkaç saat önce bulaşık makinesini boşaltıyordum, ne kadar normal bir şey değil mi? Ama hiçbir şey bu kadar canımı yakmadı. O an, bir anda karşımda belirdin, sadece yüzün değil; bedenin, elinde tuttuğun o kaşıklar, çekmeceyi nasıl talan ettiğin, hatta annenin arkadan sana söylediği sözler bile bütün mutfakta yankılandı. Kalbim o an öyle bir sıkıştı ki durdu, atmayacak sandım artık. O kahkahan gözümün önünde döndü sürekli, kahkaha atarken çıkan o gamzelerin, kaşıkları yerleştirirken attığın o kahkaha sevgilim... Sorsalar bana hangi anı tekrardan yaşamak istersin diye; bir o kaşıkları yerleştirirkenki anı, bir de seni caddede ilk gördüğüm anı derdim hiç tereddüt etmeden.


Çok özledim sevgilim, sadece güldüğünde çıkan gamzeleri, gözlerinin kayboluşunu, boynundaki tarifi imkansız eşsiz olan kokunu, ellerimin teninde bulduğu huzuru, ruhumun huzurunu özledim, dinginliğini, sakinliğini, mutluluğunu, parçasını özledim sevgilim.

Özledim sevgilim. Ben biraz seni özledim...