Geçmişime her dönüp baktığımda, 'henüz hâlâ yaşamamışım' diyorum. Nefes almışım evet, hayatta kalmışım. Yatıp kalkmışım, yiyip çıkarmışım. Sevişip boşaltmışım. Gülüp ağlamışım. Fakat bunca sene hiç yaşamamışım. Hiçbir anımı tadına doya doya geçirmemişim. Hatırladığımda 'iyi ki' diyebileceğim bir deneyimim, gurur duyduğum bir başarım olmamış. Kendim çalıp kendim oynamışım hep. Kendim gülüp kendim ağlamışım. Hani diyor ya Cem Adrian; yalnız kırılıp yalnız onarmışım. Onu da becerememişim hatta biliyor musunuz? 5 yaşımda belimin tam ortasına saplanan paslı, kalın, kocaman bir kazığın hâlâ bir türlü yok olmayan izi kadar gerçek yaşadığım ilk kalp burukluğum da. Yüreğimdeki yardım çığlıklarını yüzüme takındığım 'tek başıma yapabilirim!' maskesiyle bastırmışım hep. Ne büyümesine izin vermişim içimdeki çocuğun ne de çocukluğunu yaşamasına. Ona da zindan etmişim hayatı. Benim onunla ilgilenecek dermanım hiç olmamış, hep görmezden duymazdan gelmişim, evet tamam. Ancak bir başka elin de ona dokunmasına izin vermemişim. Gerçekten, ama gerçekten mutlu, huzurlu, tatminkâr bir günüm olduysa da hatırlamıyorum. Sürekli yakıcı telaşların, yıkıcı düşüncelerin ardından sürüklenmişim. Daha da acısı ise bazen farkındalık da yetmiyormuş değişime. Başka türlüsünü hiç bilmedim, hiç görmedim ki. Nasıl olmaması gerektiğini anladım diyelim, e nasıl olması gerektiğini de bulamıyorum ki. Bulsam da becerebilir miyim bilemiyorum. O kadar uzun bir süre daha nefes alabilecek miyim belli değil ancak bir on yıl sonra bugün veya son nefesimde dahi hâlâ aynı düşüncelerle boğuşacak olma ihtimalim çok yüksek. Beklentilerimi oldukça düşürdüm. Ölmeden önce bir gün, tek bir gün, sadece 24 saatliğine yaşamış olmayı diliyorum. Bana bu kıvamda yalnızca bir gün versin hayat, arda kalanları da ben ona iade edeyim. Veda edeyim sonra. İnanın çok yorgunum, gideyim de biraz dinleneyim.