İnsanlar bu dünyaya ceza olarak gönderilen bir vektördür. Her insan bir hastalık taşır içinde.
Evrildik mi yoksa gökten mi indirildik muamma olan yaratıklarız. İrade dediğimiz düşünce yapısıyla ayrılıyoruz diğer hayvanlardan. Önce yaşamak için öldürmüşüz, şimdi lükslerimiz için öldürüyoruz.
Kocaman ayak izlerimiz var. En büyüğümüz iki metreyken, metrekarelerce çukurlar bırakıyoruz arkamızda. Kendimizden başkasından nefret ediyoruz. Hatta kendimizden başkasının özgürlüklerini alabilecek kudreti buluyoruz içimizde, bizden iyi yaşamamalı diyoruz. Toplumda yer edinmeye çalışıyoruz. Öyle ki koşarak geliyoruz. Sonra çamurlarla kirleniyoruz ve en sonunda toplum denilen o yapının ortasında olabilmek için kenarlardaki insanların kafalarına basa basa geçiyoruz kirli ayakkabılarımızla. Eğer bazen olurda birsi kaldırırsa başını; o kişinin kellesini alıyoruz, elimizde gezdirip gövde gösterisi yapıyoruz. Neden biliyor musunuz ? Çünkü biz bunu yapabiliyoruz. Biz kendimizi dünyaya gönderilmiş küçük tanrılar gibi hissediyoruz. Can veremeyiz belki ama can alırız. Parlaklığı severiz. Hep kendimiz parlamamız şartıyla. Tokluğu severiz, en çok huzur ararız. En tok biz olmalıyız. Eğer huzursuz hissediyorsak başı bizden daha eğik hiç dik duramamış diğerleri dediğimiz sınıf grubunun mutluluklarını alırız elinden, umutsuz bırakırız. Çünkü herkes insan değildir bu toplulukta. Biz/ben insanızdır. Diğerleri hayvandır. Kullanılabilecek yürüyen ve başında biz onları güttükçe ezilebilen hayvanlardır.
-Her zaman demişimdir insandan pis bir varlık yoktur.