Bu sabah parşömene düşen gölgemin hüznü ağır yine. Öyle parşömen dediğime de bakmayın, kepenk kapatan eski bir sahafın kurtlu sayfalarını doldurmaya inat ettiğimden belki de, kulağımda melodi daldım aşina sensizliğe. Yaşamaya yeminim nedendir? Sağanağın indirdiği parmaklıkların pasından ev çizdim ikimize. Aslında bakarsan palmiyeli kumsallar yaraşırdı çizgili tenine. Perde tutarım odamızın camına Güneş kaçmaz gözlerine. "Karanlıkta daha bir sevinmeye layıksın." Kış güneşinde balkonunu gören gecekondumda öğrettin bile bile. Sensizliğin olduğu her cephe haram gözlerime. O güne bir daha döner miyiz diye düşündüm bir keresinde. Ne acayip? Kulaklarımı tırmaladı o tını son gelişimde.


"Ölüm, ölüm, ölüm," diyerekten başladı bugünüm.


Gözlerimi muhtemelen çatıdan düşüp yerde kan kırmızısı sanat eserine dönüşen sevgili komşumun hayranlarının sergide attığı sevinç çığlıkları ile araladım. Yerde suya susamış bir balık misali yapışmış uyuklarken. Tekrardan kapamaya ihtiyaç duymadım bir daha açamazdım belki de. İçimde kayışlar vardı her biri birbirinden hallice.


Sokak ışığında sinek avlar gibiydi gözleri hayretten.

Çalmak isterdim asfalttan.


Kopuk yıldızların kayması da bu denli acayip midir? Adaletin kantarı bir tek bize mi köhnedir?

Almak istedim o gece sağanaktan akan parmaklık pasını. Gözyaşlarım da kaldırır mı grileşmiş tozları? Esaretin ağacı bir bize mi örnekti?

Anlıyorum, sizler de özlemdesiniz.


Kopup gitsem bu çağdan fark eder misiniz? İçimde heyecanı var hırçın, aylak bir serzenişin. Saklasam seni ceviz kabuğuna gömsem yerin yedi kat altına yüreğim soğur mu bilemedim.


Hep bekledim,

hep bekledim.


Göğsümde yeri var yusufçuklu göllerin. Belki de hiç göremedim. Zihnimdeki kurmaca gölgelerin sahibi kim seçemedim.

Sende de var bildim maskeli gözlerin gizemi, palmiyeli kumsallar seçtim ağırlaştıkça kirpiklerin, doldurdum teninin çizgilerine hırçınlaştıkça sesleri.