Hafifçe esen rüzgar, can sıkıntısından kendini sokağa atmış aylak esintisi, yine de kaldırıyor yakasını pardösünün. Bulutlardan kendini kurtarabildiği kadar tembel güneş ışığı, zaman kasım aymazlığı. Kalabalık, insan sürüsü, korna ve motor sesleri. Saat kulesinin önünde bu ikinci randevusu.


Herkes hareket halindeyken durmuş saatle beraber bekleyen sadece kendisi.

Bekliyor, "İnsanın beklemekle mi geçiyor ömrü?" Bekliyor, heyecanından yerinde duramıyor, neden gecikti ki? "İnsan gelmeyenlerle mi büyüyor?" Gelmesi gereken saat üzerinden tam dört saat kırk dakika geçti ama hala bekliyor. Öfkesini sigarasından çıkarır gibi son bir umut diyerek bir sigara daha yakıyor, bitene kadar gelmezse artık gitmeyi düşünüyor. Her nefes çekişinde içine duman değil acı doluyor, acıdan sesler, pis kokular sarıyor ciğerini. Gelmedi.


Yürüyor, köşeyi dönüyor sokağın. Köşeyi dönmek için çırpınan insanların yüzüne bakarak. Bir omuz darbesi, sendeleme, ve yüzüne kusan bir ses, ''Önüne baksana kardeşim!'' Babasını hatırlıyor o an. Çocukluğunda düştüğü lağım çukurundan çıkarırken söylediği sözleri, "Lağım çukuruna düşmek için çok küçüksün oğlum. Eğer önüne bakmazsan pislik içinde boğulursun." Boğuluyordu, ama bu sefer önüne bakmasını söyleyen kişinin sesinde ne metafor vardı ne de merhamet.


Baba seni çok özledim.


Sigara almak için girdiği marketin küçük televizyonunda büyük puntolarla verilen haberin başlığına takılıyor gözleri. ''KİŞİYE ÖZEL HAYAL BANKASI''. "Açılışa özel ilk üç gün ücretsiz hizmet veren banka, müşteri akınına uğruyor." diyerek devam eden bu absürt habere daha fazla dayanamayıp sokağın gerçekliğine bırakıyor kendini. Kendisiyle çoğalmış yalnızlığının içinde cümlelere bölünüyor; "Kişiye özel hayal bankası demek...", "Niye gelmedi ki?", "Hayal bankasıymış...", "Telefonu da kapalı..."


Artık elinden hiç eksik olmayan sigarasıyla korsan kitap satan dükkânın önünden geçerken çok satanlar rafında duran ince kitaba takılıyor gözleri. Kocaman harflerle ''HAYALLERİN KADARSIN'' yazıyor üzerinde. Altına not düşülmüş, "Sana özel hayallerim var." Bitmeyen sesler zihninde; "Bana özel hayalleri varmış...", "Başına bir iş gelmiş olmasın...", "Sen kimsin yavşak bana özel hayal satıyorsun!", "Allah kahretsin ya geldiyse?", "Dönsem mi?" Daha fazla incinmeye yürek mi dayanır? Dönmüyor. 


Kahveciye giriyor, sıcak kahve biraz sakinleştirir, sade kahvesini söylüyor, bir daha arıyor, çalıyor bu sefer ama bakan yok, kahve geliyor, bir deneme daha, cevap yok, bir yudum alıyor kahvesinden, "Duymamıştır belki, bu sefer bakar kesin." bakmıyor. Whatsapp'tan yazdıkları da görülmemiş henüz.


Anne babasından sonra en çok yakıştırdığı kahve sigara keyfine tutunuyor, üç fırt çekiyor sigarasından. Arka masada kalabalık arkadaş grubuna hitap eden bir ses deliyor kulağını, ''HAYALLERİNİZDE BİLE ÇAPSIZSINIZ'' hay sikeceğim hayalinizi diyen gözlerle kundaklıyor masayı, "Belli ki hayatlarınız sıradan, hayalleriniz özel olsun bari." diyor aynı ses. Whatsapp'tan gelen bildirimin heyecanıyla kahveyi döküyor hayalarına, iş arkadaşlarından oluşan grupta dönen futbol muhabbetine katılan müdürün üçüncü sınıf esprisine soytarılık emojisi atan vardiya şefinin mesajıydı gelen oysa.


Kendini zor atıyor dışarıya, akşamla beraber çöken soğuğun ürpertisi karışıyor ciğerlerine. Yürüyor ışıklı dükkanların önünden. Ağzında sigara, elinde telefon, yıkılmış hayaller, kırılmış kalpler ve binlerce soru kafasında, dalıyor kalabalığın arasına.


Bir banka çıkıyor önüne, hayal değil para satıyorlar içeride ve sattıkları paraları şifrelerle sakladıkları para kutusu var önünde. Gideceği meyhane için nakit ihtiyacını anımsıyor. ATM dedikleri bu para kutusuna doğru yöneliyor ve camda asılı ışıklı bir tabelada, yılışık bir kadının ağzından afişe edilmiş ''HAYALLERİNİZİ ERTELEMEYİN EKSTRENİZİ ERTELEYİN'' yazan reklamı görüyor. Dünya bir saniyeliğine duruyor, gözler kararıyor, zihnini kemiren cümleler donuyor ve bilincini kaybediyor. Fırlatılan telefonla bankanın camları iniyor, kalabalık toplanıyor, zabıtalar, polisler geliyor. Biraz sonra kendine de geliyor ama artık çok geç. Ve yeniden işliyor zaman, yere düşen telefonda bir ses, arayan Hayal, zil sesinden tanıyor, Telefona el koymuş polis kendisine vermiyor.


Karakol, sorgulama, babacan pozlu bir komiser ''Hangi örgüttensin lan?" diyor. Tutamıyor kendini Umut, gülerek ''Lağım çukuruna düşenler örgütü komiserim.'' diyor. Sert bir tokat, ''Siktir git lan pezevenk bir de dalga mı geçiyorsun!'' diyor. "Atın bu müptezeli içeriye aklı başına gelsin" diyerek emretmeyi sürdürüyor komiser. Delirmenin özgürlüğüyle gülmeye devam ediyor Umut, "Aklım başıma geldi de kalbimi bulamıyorum." demiyor. Nezarethane, savcılık. Özel mülkiyete zarar vermek ve kamu görevlisine hakaret etmekten altı ay ceza alıyor.

Üzülmüyor. Böyle "boktan" bir örgüte üye olmaktan ömür boyu tutsak biri için altı ay ceza "hayat" gibi geliyor. 


İçerde geçirdiği günlerin birinde gardiyanın sesi ''Umut Atay ziyaretçin var!" diyor. Umut çıkmıyor. Gardiyan ''Hayal Hanım geldi, mutlaka görmek istiyor.'' diyor. ''Beş ay, yirmi hafta, yüz kırk sekiz gün, üç bin beş yüz elli iki saate denk gelen zamanın ardından gelen Hayal, benim hayalim değil, kırıklığıdır.'' diyerek geri çeviriyor.


Umut içeriden çıktığında işten kovulmak, sabıkalı olmak, arkadaşları tarafından unutulmak ve hatta dışlanmak gibi beklediği durumlarla karşılaşmış olsa da artık çok mutlu. Çünkü Umut, kaybettiği kalbine aklını da ekliyor. İnsanlıktan kestiği umutla yeni "hayaller" peşinden koşan yarı insan yarı tanrı ilan ediyor kendini! Hatta kendine yeni bir isim bile koyuyor, Pan!

Hayal mi evet hayal, çünkü bu Umut'un masalı.