Pandora yaratılırken tanrılar ona belli özellikler hediye eder, en önemlisi Zeus’un hediyesi olan merak duygusu ve beraberinde gelen pandoranın kutusudur, bu kutuyu açmaması gizi de armağanlar arasındadır. Epimetheus ile yaşamını birleştiren Pandora‘nın aklı hep bu kutuya daha doğrusu kutunun içindekilere takılır. Bir gün artık merakına yenik düşer ve kutunun ucundan içerisine bir göz gezdirmek ister. Kutunun açılmasıyla beraber tüm kötülükler evrene dağılır, Pandora hemen korkuyla kutuyu kapatmaya çalışır. Kutuyu tekrar açtığı vakit etrafa daha güven verici bulutlar yayılır ve bunun da umut olduğu söylenir. Ardından gelen soru ise şöyledir; Bilmediğimiz her şeyi araştırmaya mahkum muyuz, daha fazlası için dünyayı kazmaya ya da hiç gün yüzüne çıkmaması gereken hayırsız gerçekleri bilmeye gerek var mı, gerçekten tüm bunlar yaşanması gerektiği için mi var yoksa biz yaşatmak gereği duyduğumuz için mi?

 

Genişçe bir bakmak gerekirse merak, olayların başını veyahut sonunu getiren kadim duygu. Öğrenmenin en büyük anahtarı, peki nasıl oluyor da bu değerli duygu aynı zamanda hatalarımızın da anahtarı olabiliyor? Bahsettiğim şey bebekken her şeyin tadına bakmak istememizle başlayıp, Adem ve Havva’nın hatalarına ve insanlığın başlangıcına kadar dayanır. Peki, merakı değerlendirişimiz olaylara bakış açımız çerçevesinde mi gelişiyor, yoksa salt bir merak tanımı yapmak mümkün mü?  

 

Bu yazıda amacım sizi sorulara boğmak değil, sorduğum soruların oluşturduğu ateşi merakımızın ne denli alevlendirdiğini göstermek. Şu birkaç satır bile yetti bizi heyecanlandırmaya, düşündürmeye. Bu merak ne kadar da yakın, güçlü ve hazır. Merakın meyvelerini yaşamımız boyunca yemeye devam edeceğiz, tabii yasaklı meyveye karşı merakımıza yenik düşmezsek.