Çok sarhoş yatılan bir gecenin uykusunda; tam da takımını son saniyede galibiyete taşıdığı üçlüğü anlatan hikâyesine çektiği, senaryosu ve müzikleri kendisine ait filmiyle Altın Palmiye almaya hak kazandığını öğrendiği ânı tasvir eden dışavurumcu otoportresini, hatırı sayılır bir miktarda para ile birlikte Unicef'e bağışladıktan sonra, Birleşmiş Milletler'de onuruna verilen bir partide Phoebe Waller-Bridge ile kadeh tokuşturduğu o mütevazı rüyayı görüyordu ki, bir darbeyle sarsılarak uyandı. Duvardaki taş tablo, yanı başında parçalanmış hâlde duruyordu, tövbe estağfurullah ne olmuştu lan öyle, deprem mi olmuştu yoksa? Yatağından zorla da olsa kalktı, feci derecede çişi de gelmişti, hep çişi gelirdi zaten.


Tuvalete giderken başında tarifsiz bir acı hissetti ama bunu hak ettiğini de içten içe biliyordu; ulan soğanlı menemen mi olurdu oysa, Erşan Kuneri pornocu muydu sanki, çorapla sevişilir miydi hiç, o tabloyu oraya asma fikri nasıl bir zihnin ürünü olabilirdi acaba, bir çobanın matıyla Magnus Carlsen'in matı bir miydi ayrıca, babası insanı böyle huzursuz etmeyi nereden öğrenmişti ki hakikaten?


Başı döndü bir an, sendeledi, aynanın karşısına zor attı kendini, duvara tutundu, ışığı yaktı ve kendini aynada süzdü; dikine 4 santimlik bir yara vardı alnında ve kanıyordu hâlâ. Hiç tereddüt etmeden, hâlihazırda üzerine bolca kan damlamış tişörtünü çıkarttı ve yaranın üzerine bastırdı. Pansuman yapmam lazım diye düşündü ve banyoya doğru yöneldi ama kapıda zor bir karar bekliyordu kendisini, önce çişini mi yapmalıydı pansumanı mı? Mesanesine ettiği sıradan küfürler eşliğinde klozete doğru yöneldi, çişini yapmaya karar verdiğinde. Tek elle kapağı açtı, elini duvara dayadı, çişini yapmaya başladı; kan damladı klozete doğru alnından ve çişine karıştı, tam denk gelmişti namussuz, kaderi çizilmişti yeniden işte, "Gol" diye fısıldadı sifonu çekerken.


Banyodaki aynanın karşısına geçti ama bilinci bulanıklaşmıştı, görüşü de. Acaba dikiş gerekir miydi, hastaneye mi gitmeliydi, yok ya yarın giderdi. Hep yarın giderdi zaten. Çabuk bir şekilde dolabı açıp antiseptik ve bir parça pamuk buldu, pamuğa dökmeye çalıştı kahverengi sıvıyı, eli titredi, tam tutturamadı, bir daha denedi başardı. Pamukla yarayı temizledi. Yara hiç acımadı, bu iyiye işaretti mutlaka, sonunda dört yara bandıyla tamamladı pansumanı.


Odasına doğru yöneldi, son bir çaba ile yatağa attı kedini. Kafası zonkluyordu, dalmaya uğraşırken kendisini telkin etmeye çalıştı; yarın değişecekti her şey ama bu yarın diğer yarınlar gibi değildi, hissediyordu, hislerine güvenirdi, önceki yarınlar böyle değildi, önceki hisler böyle değildi, neredeyse emindi. Bir uyuyup uyansa her şey başka olacaktı. Uyudu.


On üç gün sonra evden koku geldiğine dair yapılan ihbar üzerine, kapıyı kırarak içeri dalan polisler, cesedini küvette buldu.


Ölüm nedeninin, ilk bulgulara göre baş bölgesine isabet eden sert bir cisim sonucu oluşan yaralanmaya bağlı kan kaybı olduğu yazıyordu olay yeri raporunda, ayrıca banyo zemininde bol miktarda kan ve idrar kalıntısı, banyo aynasında ise dört adet yara bandı ve antiseptik lekeleri tespit edildiği hususunun, bilmem kime saygılarla arz edildiği..