Düşün ki yemyeşil ırmaklar içinde heybetinden utanıyor dağlar. Düşün ki geçtiğin sokaklar adımlarına hasret, yine de yüz çevirir miydin güneşe?


Soldurma toprağına ektiğim çiçeklerimi, terliklerimle gelemeyeceğim kadar uzaksın. Cihan denen bu uçsuz gökyüzüne bakmayacağız birlikte. Çarşı pazar elimden tutup gezmeyeceğiz, basmayacak ayaklarımız karaya, ''Yaparız.'' diyemeyeceğim artık. Tekil şahsım, ziyanı yok. Dayanırım. Kızma bana. Kapatma suratıma kapılarını, ah bilseydim her şeyden evvel koşup sana gelirdim.


Bozuk teyp gibi sar başa. Bir avuntu basmak istiyorum bağrıma. Günler geçiyor, haftalar, aylar, yıllar... Yok yahu yok işte öyle pamuktan inciden nadide bir zaman yok. Erken idrak iyidir, yıpratmaz yüreği. Yitirdiğimiz her yaprak ömürden düşer. Kendime geç kalmışım. Oysa daha çok söylemeliydim seni ne çok sevdiğimi. Yara bere içinde buldum seni o divanda taştan duvarlar arasında öylece terk edilmiş. Dönüp bakmak şöyle dursun yanından bile geçilmemiş. Çare aramış bulamamış. İnsan çaresizlikten ölür mü, ölmüş. Elden ayaktan düşer mi, düşmüş. Odadan odaya kilometreler sığar mı, sığmış. Tutunmuş umuduna. O kadar yavan ki ruhum sesin olmadan, sözün olmadan, neşen olmadan, kışın ayazı sardı bedenimi söyle bahara gelirken kokunu getirsin. Saç tellerini topladım evinden. Kıyafetlerini getirdim baş köşeme koydum. Adına yaraşamamaktan korkuyorum. Özlemin içimi sızlatıyor, gayrı sen rüyalarıma buyur gel. Gel ki rüsva etme beni.