Zilan bir şeyin önemli olduğunu anlatmak için “can alıcı” dememi garipsiyor.


Düşünerek seçmiyorum. Ama "canlandırıcı" deseydim bu ancak bahara dair bir düşünce, mesela bir tatil ihtimali ya da hafif bir müzik olabilirdi, diyorum. Ama "can alıcı" dediğimde bu mutlaka bir düşüncedir ya da bir anı can alıcı olabilir.


Her şeyi bu kadar -yok olana kadar, kimliksizleşene kadar- parçalara ayırmamalısın, diyor Zilan.


 M'yi severken -kirpikleri, boynu, elleri - her şeyi türlü türlü ayırdıktan sonra tümünü nasıl görecekmişim. Sanki animist bir kabile ile tanışmışsın ve geleneklerini benimsemekte nasıl da heveslisin, diyor Zilan.


Parçalara ayırarak sevmek.


Parçalarına ayırmak. Eller ve gözler sevilebilir ama ya devinimler? diyor. Ellerimin hareketleri, gözlerle de bir bakış meydana geliyor nihayet. Kendine artık haksızlık etme, diyor.


Gelinliğin beyaz olmasına bir anlam yükleyeceksek damat neden siyah giyiniyor, diye soruyorum, yüzü asılıyor.


Zilan sık sık ağlamaklı oluyor ama ağlamıyor. Gözyaşını doğuruyor, gözyaşı doğuyor, gözünde bekliyor. İşte, gözyaşın böylece bir mercek görevi görüyor, diyorum. Zekice bir şey söylediğimi düşünüyorum.


Böylece her şey aslında olduğundan daha büyük görünmüyor mu?


Bu zannettiğin kadar iyi bir tecrübe değil, diyor Zilan. İçeri gidiyor. Bana kitaplığından bir sürü kitap bırakmış masaya ama ben ısrarla "Türlerin Kökeni"ni okuyorum. Uzadıkça uzuyor. Artık Darwin'in "En güçlü olan değil ama şartlara en iyi adapte olan hayatta kalır" demesini bekliyorum.


Bunu okur okumaz mutfaktaki Zilan'a gideceğim. Haydi bunu duygulara da uygulayalım, diyeceğim.  Zilan, okuduklarını yanlış anlıyorsun, diyecek. Kitap okurken ondan uzaklaşıyormuşum.


Bir yerden uzaklaşırken başka bir yere yakınlaşmamak mümkün mü, diyor. Ölüme çok yaklaşıyormuşsun gibi hissediyorum, diyor. Üzülüyorum.


Gerginliği dağıtmak için, çocukken tanışmadık evet, ama çocukluklarımız tanışsa bu bile iyi bir şeydir, diyorum. Çok hoşuna gidiyor, yüzü aydınlanıyor. Ne demek istediğimden emin değilim. Gereğinden önemli bir şey söylemiş olmam ihtimaliyle sıkılıyorum. Artık elden bir şey gelmez. Yüzü aydınlandı. Yüzü aydınlandı. Her şey daha aydınlık. Görüşümüz daha keskin. Kirpikler bir. Zilan'ın fotoğrafını öylece çekeyim diye yüzü daha da aydınlanıyor. Apaydınlık. Ama karanlıktaysak, o sigara içiyorsa, sigaranın ucundaki ateşle, sigarayı tutan elinin her hareketi gözlerimi yakıyor. Ağlıyorum.


Her şey bizimle ilgili olmayabilirmiş. Her şey M.'yle de ilgili olmayabilirmiş, Zilan böyle diyor. 


Buna imkan yok, diyorum. Hangi kitabı okusam, kitabın kahramanını onun gözünden tanıyorum, diyorum. Ya ilk konuşan o oluyor ya ilk ondan bahsediliyor, ya da ilk onu görüyoruz. Doğduğumda da böyle oldu, diyorum. Bundan eminim.


Bu anlattığın kurguda siz yoksunuz, diyor Zilan.


Kendi kendime tuzak. Haklı. Daha çok düşünmeli, daha az konuşmalı. Yüzünün aydınlığı söndü. Pek çok talihsizlikler. Pek çok talihsizlikler.