Cahit Zarifoğlu’nu hepimiz tanıyoruz, Cemal Süreya’yı da... Hatta ikisinin de onlarca şiirini okumuşuzdur. Peki bu iki ismin bir mektupla neredeyse ev arkadaşı olacaklarını biliyor muydunuz? Gelin 1960’ların İstanbul’una ufak bir yolculuk yapalım.

Cahit Zarifoğlu o zamanlar İstanbul Üniversitesi’nde Alman Filolojisi okuyordu, Cemal Süreya ise Paris’te yaşamını sürdürmekteydi. Cahit Zarifoğlu lise yıllarından beri edebiyatla içli dışlı olmuş “Yedi Güzel Adam” ile birlikte Kahramanmaraş’tan beri buldukları bütün romanları, şiirleri okumuş ve bunlar üzerine tartışmışlardı. İstanbul’da 1962 yılında arkadaşları ile beraber hayranı oldukları Sezai Karakoç’un kapısını çaldıklarında onlar için çok değerli olan bir şeyi öğreneceklerinden habersizlerdi. Onlar için o güne kadar ne filozofların sözleri tartışılabilir bir şeydi ne de şairlerin. Sezai Karakoç onlara her fikrin sorgulanabileceğini ve yorumlanabileceğini öğretti. Konumuzdan çok sapmadan devam edelim. “Yedi Güzel Adam” Sezai Karakoç’a hayran oldukları kadar onun yakın arkadaşı olan ve taban tabana zıt görüşte olduğu şair arkadaşı Cemal Süreya’ya da hayrandılar; hatta Cahit Zarifoğlu Sezai Karakoç’tan çok Cemal Süreya’nın şiirlerini okumayı seviyordu. Ki Sezai Karakoç ve diğer insanlardan duyduğuna göre de karakter olarak çok benzer iki insandılar. 1962 yılında Cemal Süreya’ya ev arkadaşlığı teklif etmesinin en büyük sebepleri belki de bunlardı. ”İstanbul’a döndüğünüzde ev tutup sizinle oturabilir miyiz?”. Bu soruyu sorarken şiirlerine hayran olduğu o büyük şairle aynı çatıyı paylaşabilmenin hayalini kuruyordu. Üstelik görüşleri birbirine taban tabana zıt iki şairdiler. Cahit Zarifoğlu “Allah, Peygamber sevgisi ihmal edilmeden, dünya meseleleri ön plana çıkarılmalıdır" görüşünün ilk savunucularındandı. Cemal Süreya’nın ise sol görüşün savunucularından birisi olduğunu gayet iyi biliyordu Cahit Zarifoğlu. Ama ortak bir gayenin etrafında birleşebileceklerini biliyordu, edebiyat ikisi için de muhteşem bir aşktı ve birbirlerinden bir şeyler öğrenebileceklerine inanıyordu Zarifoğlu. Belki hiç ev arkadaşı olamadılar ama ikisi de edebiyatımıza harika eserler kazandırdılar. Yazımı Cemal Süreya’nın Cahit Zarifoğlu hakkında o öldüğü gün yazdıkları ile bitirmek istiyorum;

“Cahit Zarifoğlu ölmüş. Bugünün adı bu olacakmış. Bir ay kadar önce öğrenmiştim onulmaz sayrılığa tutulduğunu. Bazı kanserler mutlaka çok büyük bir çocukluk mutsuzluğuna bağlıymış gibi gelir bana.

Hiçbir bilimsel tutanağı olmayan bu kanıya tanıdıklarımda bir şeyler göre göre vardığımı sanıyorum. Bir izlenim işte. Zarifoğlu’nu tanıdığım yılları düşünüyorum. Sevinçlerle büyümüştü sanki.

İyi şairdi. İlk şiirleri de iyiydi. (Sezai) Karakoç çevresinden, Daha yüz yüze gelmeden, 1962’de bana, Paris’e bir mektup yollamıştı. Adresimi Sezai (Karakoç)’tan almış. Saklamamışım o mektubu.


Zarifoğlu, o sıra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenci. Yurtlardan sıkılmış herhal, İstanbul’a dönüşümde, birlikte ev tutup oturmayı öneriyordu mektubunda. Ben de bir tuhafım o günler. Bir ölçüsüzlük görmüştüm bu öneride. O ara otuz yaşı dönmüşüm. İyi sayılan bir aylığım var. Ne yani, bu çocuk öğrenci hayat koşuluna mı indirmek istiyor beni.

Dönüşte yeniden tanıştık. Zaman zaman vapurda, yolda, Sezo’nun (Sezai Karakoç) evinde-bürosunda rastlaştıkça konuşurduk... (ama her şeyden)


Daha çok 1964-1966 yılları. Söylenmemiş güzel sözler de vardı aramızda. Ama bir arkadaşlığımız olmadı. Serüvenlerinden söz ederdi. Bunları, tuhaf yanlarını öne getirerek anlattığını anımsıyorum. Şiirine de yansımıştır. Sezai ile onun bu tavrı ve öyküleri üzerine çok konuşmuşumdur.


O yıllarda mukaddesatçı genç sanatçılarla, aramızda büyük kopukluk yoktu. Kopukluğu onlar yarattı.


Zaman nasıl da akıp gitmiş? Tam yirmi yıl oluyor Cahit Zarifoğlu ile görüşmeyeli. Bir gün de bin yıl olacak."