Çok değil, azıcık yıpranmış bir parkayım ben. Bir doksan boylarında bir gencin üzerine rahatlıkça girebilecek bir parka. Rengim yeşildir, çiçekler ve böceklerin rengi gibi değil daha koyu, daha şeytani. Her zamanki asılmış yerimde duruyorum. Birazdan gelip alacak beni delikanlı. Çok büyük değil, küçük de değil. Ama kafası iyi çalışıyor. Bana sorarsanız biraz ukala ve fevri. Ülkede zaten durumlar karışık, üzerine üzerine gidiyor. Şimdi geliyor, alıyor beni. Üzerinde lacivert bir boğazlı kazak var. Üzerine geçiriyor beni, cebime gazı bitmek üzere olan bir çakmak ve tek dal bir sigara bırakıyor. İçeriden kız kardeşine sesleniyor. ‘’Pantolonum ütülendi mi?’’ İstemediği bir cevap geliyor. Demiştim ya, fevridir kendisi. Sinirleniyor yine, alıyor pantolonunu, ütüsüz bir şekilde geçirip üzerine çıkıyor dışarıya. Arkasından annesi sesleniyor ama pek oralı olmuyor.

Sokaklar kırmızı ruj sürmüş, her taraf boyalı. Rujlu sokakların arasından temkinli bir şekilde ilerliyor. Kafasını kurcalayan sorular var. Biliyor birazdan neler olacağını. İstemeden de olsa sağcı mahallesinden geçecek. Bir elini arkasına atıyor. Gören de beli dolu sanacak ama nerede? Bu delikanlı bıçak görse korkar, neden üzerinde silah taşısın… Temkinli kalmak için işte… Sokağın başından itibaren bir tedirginlik başlıyor, elleri zangır zangır titriyor. İleride bir kalabalık görünce daha da duraksıyor. Eli daima arkasında. Yavaşça yaklaşıyor kalabalığa –eli halen arkasında- Daha sonra rahatlıyor. Sokaktaki üç beş delikanlıdan fazlası değilmiş onlar. Rahat bir şekilde mahalleyi geçiyor, kendi tuttukları mahalleye geliyor. Arkadaşları çoktan toplanmış, tek dal sigaralarını yakmış içiyorlar. Hemen yaklaşıyor delikanlı, diplerine sokuşuyor, hepsiyle tek tek tokalaşıyor. Sonra kendisi çıkartıp tek dalını yakmaya çalışıyor. Gazı bitmiş olan çakmağı bir sinirle yere atıyor. Arkadaşı yakıyor bu sefer sigarasını. Kokusu hemen siniyor üzerime. Öyle alışılabilecek bir koku değil ama bünyem buna bağışıklık kazandı.


Dakikalar geçiyor, sigaranın izmaritini yere atıyor. Daha sonra pek zevk vermemiş olmalı –duyduklarından dolayı- atıyor sigarayı yere. Ayağıyla iyice bir eziyor. Arkadaşları da aynı şekilde gergin, bugün bir şeyler olacak orası kesin. Daha sonra mahalle kahvesine geçiyorlar. Dörtlü oluşturup başlıyorlar okeye. Bir yandan siyaset, bir yandan ülkenin durumu. Masada yok yok. Ama en çok dikkat çeken masadaki nefret hissi. Bu, kardeşin kardeşe duyduğu nefretin aynısı.

Okeyi bitiriyorlar, sohbetleri kesilmiyor. Bir dal sigara daha yakıyor, kahveciden aldığı sigarayla. Konuşmaları devam ediyor. Bir parlak zekalı diyor ki; ‘’Akşam şu mahalleye gidelim. Orayı almanın vakti geldi.’’ Delikanlı elini parkamın cebine atıyor. Şöyle bir yokluyor, sanki bir şeyler arıyor gibi. Sonra boş bir şekilde çıkartıyor elini, kafasını sallıyor. ‘’Olur, gidelim. Ama basacaksak kalabalık olmalıyız.’’


‘’Üst mahalleden birilerini alır gelirim ben,’’ diyor az önce konuşan parlak zekalı. ‘’Herkes tamamsa?’’ dedikten sonra onaylaşıp ayrılıyorlar. Delikanlı yine tek başına yollarda yürüyor. Parkamın kenarlarını dikleştiriyor. Hava soğuk, gece ayazı başlamak üzere. Saat dokuz, bilemedin on. Hızını yükseltiyor. Yine geçecek sağcıların sokağından. Ne kadar da sıkıldı bu durumdan, ama dile gelmiyor. Yürümeye devam ediyor. Sokağın sonunda bir grup genç görüyor. Tehlikeli gözükmüyorlar. Yanı başlarından öylece geçiveriyor. Dimdik gözlerle onu süzüyorlar, delikanlı pek rahatsız oldu bu durumdan. Sonunda sokağı geçip evine varıyor. Her akşamki gibi asıyor beni bir kenara. Yenisini alacak parası yok. Ben de pek iyi sayılmam. Oldukça yıprandım, yamalı bölümlerim var.


İçerden sesler geliyor. Annesi ağlıyor. Bir şeyler söylüyorlar ama anlamıyorum. Bu parka neler duydu bir bilseniz! Ama şimdi nazar değdi. Bir şeycikler duymuyorum. Sonra bir gürültü kopuyor. Bir hışımla yanıma geliyor, geçiriyor üzerine. ‘’Yetti artık be!’’ diyor. Cebime sokuşturuyor bir altıpatlar. Nereden buldu bunu? Yolda epey düşünceli. Sokağın başında –sağcıların sokağına girmedi- bekliyor. Arkadaşları geliyor çok geçmeden. ‘’Hazır mısınız?’’ diyor birisi. Hepsi kafasını sallıyor. Ben ise ürpererek olacakları izliyorum. Delikanlı elini cebine sokuyor, bekletiyor öylece. Bir hışımla bir arabaya atlıyorlar. Son hız alt mahalleye giriyorlar. Ne var ne yok dağıtıyorlar. Önce kahvehaneyi basıyorlar. Bulduklarını dövüyorlar, direnenleri öldüresiye darp ediyorlar. Delikanlı az yerinde durmuyor, vuracak gibi oluyor ama vurmuyor. Sanki bir vicdan tuttu onu. Silah sesleri yükseliyor. Hayır, hayır! Delikanlının silahı değil bu. Kaçışmalar başlıyor. Kahvehane bir anda boşalıyor. Delikanlı koşar adım dışarı çıkıyor. Ayaz yapmış yapacağını, etraf soğuk kesmiş. Bir de sis eklenince, göz gözü görmüyor. O anda, işte o anda bir delik geçiyor parkamdan, sonra üç mermi daha. Boş kovanlar yere düşüyor. Parkasından vuruluyor genç. Yerde yüzüstü yatıyor. Dört mermi de sırtına isabet etmiş. Yerde yatarken buluyorlar onu. Gencecik bedeni dayanamamış can vermiş. Sokağın başında vurulmuş. Önce beni çıkartıyorlar. Bir kenara çöp gibi atıyorlar. Daha sonra annesi geliyor. Ağlıyor, deli gibi. Ardından polisler geliyor. Birisi anons geçiyor. ‘’Parkasıyla vurulmuş yatar iken buldular. Dört hain kurşun değmiş, delik deşikti parka.’’