.ritkilneb eniy ineden nınaşamrak ub ,ridilmetsis ad asaşay kazu nedişrareyih yeş reh (.royızay eyid) edzimiğelleB


Başkasını aramaya gerek yok, çamur atacak insan da kalmadı. Qetesh uçtuğunda ilkel insanlar kadar korkmaz, sonsuz belleğe işlendi bu. Eğer öyleyse uykumun dokusunu oluşturan imgelerden sıyrılarak Tanrıları gördüğüm köşe başında öldürebilirim. Buna hakkım var ama onları öldürdüğümde yeniden kimliğimin anlam kazanacağının da farkındaydım. Kıstırılmış sevgiyi, hüznü, acıyı kurtarmam mümkün mü? Gene de yaşanması muhtemel şeyleri tek sahnede gerçekliğe aktarmam gerekirdi. 


Yer Alef Kütüphanesi'ydi. Zaman, içine kaçmış bir sesti; o da ne canım! Her şey olması gerektiği gibi gerçekleşmiş, dekorlar sahneyi baştan başa süslemişti. İlk başta (gördüğümde) zihnimin oyun oynadığını düşünsem de sanrılar gerçekti. Bellek dışı bana her şeyi sunmuştu. Konferans salonun girişinde Wit ve Otto'yu sohbet ederken gördüm. Peş peşe anonslardan sağırlaşan kulağım çınlıyordu. Yine de aldırmadan kalabalığa doğru ilerledim. Girişten sonra, salonun ortasında garsonlar bal şarabı ikram etti. Kadehten bir yudum alır almaz elimde kayboldu. (Nesnenin sınırı daha fazla gerçekliği aşamaz.) Her şey tasarladığım gibi gitti. Wit ve Otto'ya selam verdim, Wit acil işinin olduğunu söyleyip ayrıldı. Otto ile ayaküstü sohbet ettik.


—Yaşarken sizinle tanışmak isterdim. 


—Tanıştık işte, herhalde siz benim öldüğümü düşünüyorsunuz, sadece imgeler gittikçe azaldığı için ölmüş numarası yaptım. 


—Hayranlarınıza bu kötülüğü yapmayacaktınız. 


Sonra utandım. Bu naif insana sert davranmamalıyım. O da özgürdü. Okurlarının karnını doyuran bir anne değildi ama onu kim okuduktan sonra bunu demez ki? İnsan arzularının gölgede kalmasından korkar. Masum bahanelerin arkasına sığınmadım, rüyada onunla da karşılaşmanın planını da yapmıştım.

—Özür dilerim, dedim. Siz de haklısınız. Bugünleri görseydiniz siz de ölümünüze intihar süsü verirdiniz. İmge kalmadı. Her şeyi obez bir çocuk gibi yiyip tükettik. 


—Sorun değil, anlıyorum. En başından belliydi. Her zaman bunu anlattım. Senin buraya gelme nedenini önceden söylediler. Cesurca bir şeye kalkıştın. Kimse Tanrıları öldürmek istemez, zorlu bir süreç olacak. "Cenneti büyük bir kütüphaneden ibaret olduğunu" söyler biri. O biri, bu yoldan geçemediği için bunu söyleme gereği hisseder. Biraz da korkudan... Alef ilk adımın... Elinde neden şarap yok? 


—Aslında girişte garsonlar verdi ama ne olduysa gitti. 


—Gösteriden sonra içersin. 


—Şey… Bir sorum olacaktı. Cinsiyet ve karakter eserinde neden puştluk yaptınız, neden hazır notları yayınlamadınız? 


—Canım öyle istedi. Zaten kitabın mantığı basitti. Bunu birkaç defa dillendirdim. Bütün insanlar hem kadınlık hem de erkeklik unsurlarına sahiptir. Genel geçer olmamakla birlikte, hiçbir fark yok. İnsanlar kitaplaştırmak istedi. Oysa ölmüş numarası yapmadan önce planımda kitaplaştırmak yoktu. Öyle dilediler, öyle oldu. Eh, çok da fifi… Bir Yahudi kadar nefret ediyorum onlardan. 


Sohbet ederken sahnenin alacalı bulacalı dekorları dikkatimi çekti. Ansızın gösteri başladı. "Alçaklar sahneye çıktı." diye seslendi biri. Gerçeklik, yoldan gelen Tanrılarla sarsıldı. Platforma çıktılar birer birer. Sfenks de vardı, karga başlı da. Ardından beni de çağırdılar. İlk başta sahneye çıkmakta kararsızdım ama Otto itince platforma doğru ağır adımlarla ilerledim. Olimpos ateşi soysuzların ipini çekip hilal ve haç birleştirecekti. Alkış kıyamet, "Go Down Moses" parçasıyla kesildi. Koro halinde ilahinin ilk nakaratı başlayınca kanatlarım varmış gibi hissettim ama Louis Armstrong kadar eğlenceli ve alaycı bir tavırla başlamadılar.


Edith Mathis'in seslendirdiği Mache dich, mein parçasının çalmasını isterdim. Platformun ortasına kutsal Labris baltası indi. Rüyada o sahne yaşanmalıydı. İçlerinden biri zeytin dalını salladı, diğer Tanrı altına yaptı. Hiç umursamadan baltayı aldım. Sımsıcaktı. Haşmeti karşısında gittikçe ufaldım. Tanrılardan birini seçip öldürecektim. İlk seçtiğim gerçek Tanrı çıkmalıydı. Bellek öyle hesaplamıştı, ne eksik ne fazla çalışırdı. Yılan başlı Tanrıça gözlerini tavana dikerek salona lanet okurken onu öldürmeliydim ama yerkürenin yedi bucağından gelen Tanrıların hepsi de kainata ortaktı. İhtimal haricinde rüyama girmişti ama Japon tanrısı İzanagi ile Ragnarök arasında hiçbir fark yoktur yahut Müslümanların tanrısıyla Hristiyanların. 


Konuşmadıklarını, hatta ağızlarından sihirli bir sözcük dahi dökülmediğini anlamak çok sürmedi. Birden Tanrıların elinde koz olmadığını, azı dişlerini bilediklerini ve şairlerden öldürmeye başlayacaklarını anladım. Kutsal Labris baltasını sevgilimin eli gibi tutuyordum. Kütüphaneden karanfil kokuları salonu doldurdu. Kerhane kapılarında polisler nöbet tutmayı bıraktı. Dil yeniden inşa oldu, insanlar arasında köprüler yeniden kuruldu ve ceketimin yakasına bir karanfil yaprağı düştü. Labris baltasıyla Tanrıları ortadan ikiye böldüm ve artık var olmanın, fahişelerin koynundan kurtulmanın yolunu bulsam da parçalanmış zamanın içinde bekledim. O geniş platformda, gösterinin ortasında hareket etmeden kalakaldım. Uçan bir ruhtan, gömleğime sıçrayan kandan midem bulandı. Kusmamak için kendime sınır çizdim. Bunu aşarsam organların mideden başlayarak boşalacağını, çiğnenmiş ekin yapraklarından farksız olacağını bilsem de zevkliydi. 


—Haydi, seni bekliyorlar. Gidip baltayla işi bitirdi, dedi Otto.


Rüyayı gerçekleştirmek için ağır adımlarla sahneye doğru ilerledim.