Bir mağara kapısını andıran koca ağzını sonuna kadar gererek esnedi. Sol elinin tersiyle ağzını kapatması gerektiğini çoktan unutmuştu. Muhakeme yeteneği vardı artık, pratikte fayda vermeyeni elinin tersiyle itiyordu İlhan. Artık büyükleri başlamadan daldırıyordu kaşığını yemeğe. Hem onların olduğu yerde onlardan çok sesi çıkıyordu İlhan’ın artık. Fazla dilbaz olmuştu son zamanlarda ve bir o kadar da memnuniyetsiz...


Her fırsatta kaçıp kurtulmak istiyordu kendince sığ mahlûklarla dolu bu leş alemden. Önündeki yolu kestiremiyordu asla, kararsızlıkta çığır açmıştı İlhan. Yolun sonu belli diyordu esasında. Lakin onun için mühim olan yolun orta kısmıydı, yani yol aldığı, mesafe kat ettiği bölümdü mühim olan. Yalan olan mal mülkle yolun sonuna dek oyalanmak istiyordu, üstelik ilk sahibinin kim olduğu zerre kadar umuru değildi İlhan’ın. Her gün yeni bir hayalperest hengamenin içinde buluyordu kendini. Tüm o hayalleri kabusa çevirmeye önündeki ıvır zıvır paketlerle oturduğu bankın paslı çivisi yetiyordu. Hayalinde Pasifik’te kulaç atan İlhan; şimdi köyden bozma üçüncü sınıf bir Anadolu şehrinde, elindeki market broşüründen ucuza tuvalet kağıdı kovalıyordu. Sözün bittiği yer bu olsa gerekti. Ama bitiremiyordu sözü bir türlü İlhan, dindiremiyordu içindeki isyanı. Yaşanılası onca duygunun içinden payına yalnızca gam, keder ve kaygının düşmesini hazmedemiyordu.


Uyamayacağı planlar yapmaya devam etti İlhan, uyanamayacağı alarmlar kurduğu gibi... Kafasına dank etti tüm gerçekler, bir girdabın içindeydi İlhan. Düşündükçe düşüyor ve düştükçe inadına çıkmanın yollarını düşünüp daha da dibe çekiyordu kendini. Derken düşünmemesi gerektiğini düşündü İlhan. Ve kütüphanesini şömineye gömdü akabinde. Yapılacaklar belli ve gayet de basitti artık. Doğruca yolunu tuttu malum adresin. İstikamet belliydi artık, yürüyordu İlhan ne de olsa bir yerlerde 32lik tuvalet kağıdı 30 liradan satışa sunuluyordu şimdi...