Annem, gençken çatık kaşlıymış. Gördüm, siyah beyaz fotoğraflarında. Annemin o yaşlarını hatırlamam, hatta o fotoğrafında olduğu yaşı hiç görmedim. Daha beni doğurmamıştı. Ama fotoğraftaki çatık kaşları, hiç yabancı gelmemişti. Bilirim, çatıktı. Ben büyüdüğümde büyüyen annem aynıydı. Annem uzun yıllar, çocukluk yıllarımda, hiç gülmedi. Emekçi, yılmış, bıkmış gülüşleri gülmekten sayılıyorsa yanılıyorum demektir. Yanılmayı da isterdim.

Annemin kaşları diyordum, gençken çok gürmüş. Bu sözleri annemin, yaşlılığın yolcusuyken yüreğinden çıkıp ağzından döküldüğünü bilirim. Gençliğindeki kaşlarının geride kalması nedense annemi hep hüzünlendirmiştir. Yavaş yavaş azalan kaşları, acısıydı, çektiğiydi aslında. Annem bunu hiç bilmeyecek. Hayatın ondan aldığı ve geride bıraktığı, onun yaşamının özetiydi.

Mağrur, kendini kandıran bir kadındı. Çekmişliğinin bahanesini ustalıkla bulurdu. Sormazdı, bahanesini bilirdi çünkü.

Bana bakıp gençken benim de kaşlarım böyleydi, derdi. Korkardım ellimde kaşlarımın anneminki gibi olmasından. Her şeyimle annem gibi olmaktan ben çok korktum aslında. Ben çok korkardım annem gibi olmaktan. Şansızlığın kadınıydı. Ekmeksiz kalışıydı, çatısız, güçsüz kalışıydı. Benim de en büyük şansızlığım annemin güçsüzlüğüydü. Kendimi var edişim de beni yalnız bırakışıydı. Yaşayan biri olmak için çabalarken yalnız kalışımdı.

Ben annemin fark edemediği gücünü, kendi gücümle birlikte taşıdım hep. O yüzdendir ki yaşamda yüküm hep ağırdı. Ben de çatık kaşlı oldum. Annem gibi olmamak içindi. Annemin çatık kaşı güçsüzlüğündendi. Benim ise güçsüz olmaktan korktuğum içindi, çatık kaşlarım.

Annemin direnmekten kaçtıklarıyla ben direnmek zorunda kaldım. Bu erken ve uzun direniş bana mutsuzluk getirdi hep. Soluksuz direnmek yorar insanı, yorulan insan mutsuz olur. Ben yoruldum ve o yüzden mutsuzum.