En çok da celladından medet umarmış insan.

Onaymış sevdaların en hası, ihtirasların en kasırgalısı.

Cümle alem hemhal olup, derdine deva uzatırmış da…

Yüz çevirirmiş kibirle.


“Siz bana yoldaş değil, köstek olursunuz anca! 

Benim merhemim bir başkasında.”

Eteklerinde ağıtlar yaktığı dağın zirvesine çıkar, Mahşer gününü beklermiş biçare. 

“Yaramı açan cellat, dağlamasını da bilir elbette!” Diye bağırırmış kurda kuşa.

Kader bu ya!

Ne kurda ulaşırmış boşluktaki aksi, ne kuşa.

Anca tepesinde dolanan akbabalara

Ve pusuda bekleyen çakallara.


Bir zemheri sabahı çıkagelmiş celladı. 

“İnsan insan, ben geldim, aç kapıyı.”

Kapı açılmış, ölümün kekre kokusu sızmış dışarı.

İnsan bakmış bakmış da…

Tanıyamamış hasretle beklediği celladını.

Çünkü ne kara maskesi varmış yüzünde,

Ne elinde kanlı baltası.

Çehresinde iyi insanlara özgü samimi bir ifade, Avuçlarındaysa iyi niyet taşları.


“Celladım hoşgeldin, bunca zaman neredeydin?

Geleceğim bekle dedin, neden gelmedin?

Nice sevdalar geçti başımdan, nice belalar...

Tüm zamanları çuvala soktun da

Senden vazgeçmemi mi bekledin?”

“Bir senin celladın mıyım sanırsın, işim başımdan aşkındı. 

Ha bugün ha yarın diye yıllar yılları kovaladı.”

“Yirmi yıldır seni beklerim beni ezip geçtiğin bu yerde.

Kimseye elletmedim yadigârını bir gün dönersen diye.

Geçmiş acılarımı diktim bu topraklara.

Gelecek umutlarımı sonra.

Yetmedi, anamı babamı gömdüm yanı başına.”


“Kaç kez yeltendim yola düşmeye, hep bir mani çıktı.

Benim de kendimce planlarım, hayallerim vardı.

Onca uğraşın arasında inan fırsat olmadı.”


“Anlamı da kalmadı artık ama…

Geldin madem, bırakıyorum kendimi insafına, izanına. 

Hadi göster kudretini, dağla şu ciğerimi!

Ya da kes başımı da kurtar bu azaptan beni.”


Celladının bihaber bakışlarında titrek bir ışık aramış insan.

“Ey merhamet, neredesin?! Neden beni arafta bekletirsin?!“


Hüsranla dizlerinin üzerine çökmüş insan.

Altındaki tahtalar ağırlığıyla ezilmiş,

çatırdamış. 

Yeri göğü inleterek parçalanmış köprü. 

İnsan düşmüş, düşmüş…

Düştükçe zihninden uzaklaşmış.

Düştükçe bedeninden ayrılmış.

Işık geçirmez bir vakumun orta yerinde,

Zuhur etmis cevap.


Merhameti doğurmak için bir canı sevmek; Neye açtır, neye susuzdur anlamak gerek.

Fakat celladın doğasıymış ille de tarumar etmek.

Kiminin kellesini keserek, kimine ise umut vadederek. 


Ve ne kara maskesi olurmuş celladın,

Ne kanlı baltası.

Varsa yoksa sıcacık bir gülümseme ile

Ardına saçtığı sevgi kırıntıları.

Ne dağları devirecek heybeti olurmuş celladın,

Ne özünü dillendirecek cesareti.

Varsa yoksa aman vermeyen bahaneleri

Ve sağır kulaklara fısıldadığı sesi:

“Ben seni hiç umursamadım ki.”



Pek kıymetli celladıma,

Seni verdiğin sözden azat ediyorum. 

Bir gün gelsen de ben artık beklemiyorum.

Eren, 6 Şubat 2024

Akhisar Sondaj Hatırası