Zamansız bir saatin tik takları arasında, bir filin gölgesi dans ediyordu. Gökkuşağının renkleri tersten okunuyordu ve her harf bir yıldıza dönüşüyordu. "Peki ama neden?" diye sordu bir kum tanesi, denizin dibindeki bir ahtapotun şapkasını giyerken.

Mantar şeklindeki bulutlar, gökyüzünde şarkı söyleyen balıklarla doluydu. Her nota, bir çikolata parçasına dönüşüp yağmur gibi yağıyordu. Bir kedi, şemsiyesini açıp çikolata damlalarından yapılmış bir gölde yüzüyordu.

Ormanın ortasında bir telefon kulübesi, sürekli farklı dillerde konuşan bir papağanı barındırıyordu. Papağan zaman zaman Dostoyevski'nin eserlerini Japonca okuyor, bazen de Shakespeare'in sonelerini Morse alfabesiyle işaretliyordu.

Bir çaydanlık kendini bir filozof olarak tanıttı ve evrenin sırlarını anlatmaya başladı. Ancak her cümlesi bir tekerlemeyle sona eriyordu. "Evren geniş bir pastadır, ama kimse kirazını seçemez, çünkü kirazlar aslında küçük gezegenlerdir." diyordu.

Bir grup kalem bir tuval üzerinde futbol oynuyordu. Kalemlerin her hareketi, tuvalde absürd ve renkli desenler oluşturuyordu. Kale kaleye karşı oynayan kalemler bir ressamın rüyasında şampiyon olmuştu.

Deniz kenarında bir saat kendini bir denizanası sanıp sahildeki kumları sayıyordu. Her kumu bir yıldıza benzetiyor ve "Bu benim galaksim." diyerek gülümsüyordu.

Ve sonunda, bir grup harf kelimelerin anlamlarını unutup bir dans pistinde vals yapmaya başladı. Her adımda yeni bir cümle doğuyor ama hiçbiri tamamlanmıyordu. Çünkü Dadaizm'de her şey mümkün ama hiçbir şey kesin değildi.