Akşamın bir vakti sokaklarda yürürken bir el durdurdu beni. Öyle dalmıştım ki ancak yakama yapışınca ayrımına vardım bu elin sahibinin. “Dur hemşehrim,” dedi. “Nereye?” Şaşırdım tabii. Böyle her önümüze çıkana nereye gittiğimizi söylemek zorunda kalacaksak işimiz iş. Aldırmadım, yürümeye devam ettim. Bu kez iki kişi oldular. Öteki nereden bitti, anlamadım. Nasılsa koştu yetişti. 

“Dur dedik. Anlamadın mı?” 

“Anlamadım.” 

İyice köpürdüler. Neydi dertleri? Para olsa çoktan söküp almışlardı ceplerimden. Üstelik sayıları gitgide artıyordu. Hepsinden de aynı ses çıkıyordu. 

“Dur hemşehrim, nereye?” 

En sonunda durdum. Her şeyi çözecek olan bu olmalıydı. Olacaktı ya, niyeyse her şey daha da beter bir hâl aldı. Yüzünü bile görmediğim insanlar benden hesap sormaya başladılar. Ben de “Peki,” dedim. “Neyin hesabı?” Kimse dinlemedi. Hesap sormayı, yakama yapışmayı, lanetler yağdırmayı sürdürdüler. “Peki niye?” diye yakardım. “Peki niye?” Yine hiçbir yanıt alamadım. Üstelik hep bir ağızdan “Sen çok iyi bir insansın.” demeyi bile ihmal etmediler. Daha da köpürdüm bu kez. Bağırdım. 

“Peki niye?” 

Yine bir neden sunan olmadı. Canları sıkılmıştı besbelli. Yaşamımla oynamak hoşlarına gidecekti. İçlerinden birini gördüm. Tanıdıktı. Hem de çok tanıdık. Anlar halimden diye geçirdim içimden. Yanına yanaştım. Sordum, “Nedir bu?” dedim. O da bir yanıt vermedi önce. Sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı. 

“Seni istemiyoruz artık burada. Gitmelisin.” 

“Peki ama niye?” 

Yine bir yanıt vermedi. Bir başkası bir köşeden şöyle seslendi. 

“Biz de bilmiyoruz ama bu kadar insan toplandıysa bir iş vardır sende.” 

Yeniden tanıdık olana döndüm. “Niye?” diye sordum. Yinelemekten bıkmıştım. Sahi, onlar da mı bıkıyordu aynı soruyu yinelememden? Peki o hâlde niye mantıklı bir yanıt vermiyorlardı? 

“Sen buraya ait değilsin. Biz seni hiç tanımadık. Sen bizi hiç tanımadın. Bize sıkıntıdan başka bir şey vermedin. Bizi üzdün. Biz seni istemiyoruz.” 

“İyi ama seninle daha dün çok güzel yaşamıyor muyduk biz? Niçin ötekilerin ağzıyla konuşuyorsun? Kim olduğumu nasıl unutursun?” 

“Ben seni tanımıyorum artık. Ben onları tanıyorum. Onların sözleri getirdi beni kendime.” 

“İyi ama onlar beni buradan defettikten sonra dağılacaklar. Kalmayacak bu kalabalık ortada. Yine kalacaksın burada böyle. Benimle ilgili olanı benimle konuşman gerekmez mi? Yüzümü hiç görmemiş bu insanlar nasıl olur da benim hakkımda doğru bir kanaate varabilirler? Bunu aklın alıyor mu senin?” 

Sırt çevirdi ve gitti. Sonra kalabalığın aslında her an, her saniye genişlemeye devam ettiğini gördüm. Kentin nüfusu buraya doluşana dek sürecek gibiydi bu. Her gelenden aynı ses. 

“Dur hemşehrim, nereye?” 

Delirecek gibiydim. Sonunda düştüm yola. Bir başka yere, neresi olursa... Kurtulmuştum kalabalıktan. Ben onlardan kurtulur kurtulmaz dağılmıştı onlar da.