Bundan birkaç ay önceydi herhalde, günlerden pazar hava da epey sıcak. Çok yakın bir arkadaşım ziyaretime gelmişti İzmir'e. Akşama doğru oturduk dışarı çıkmak için bir plan yapmaya karar verdik. Aman orası olmaz çok uzak gidemeyiz, vay burası olmaz donumuza kadar alırlar da ödeyemeyiz, kordona gitsek darlarlar rahat edemeyiz derken derken kafamızda bütün dış seçenekleri eleyip evde güzel bir kokteyl gecesi düzenlemeye karar verdik. Hemen aşağıdaki marketten bir şişe cin, koca bir karpuz, efendime söyleyeyim abur cubur falan filan aldık eve geldik. Fark ettik ki aldıklarımızın faturası bir mekana oturmuşuz da felekten bir gece çalmışız hissi veriyordu, neredeyse bütün varımızı yoğumuzu tekelci abinin avucuna saymıştık.

Bu gece mutlaka ama mutlaka çok eğlenmeli, mekana gitmediğimize asla pişman olmamalı aksine de ne var yaa bu mekanlarda, evde misler gibi eğlenmek varken neden kapitalist düzenin bir parçası olalım! Neden sarhoş insanların arasında birbirimizin sesini bile duyamadan içtiğimiz iki damla içkiye servetlerimizi dökelim, neden pijamalarla götü yaya yaya yatmak varken bu sıcakta ayakkabı giyelim de dışarı çıkalım, neden ha neden?? aha kokteyl aha da tuzlu fıstık, müziğimizi de kendi zevkimize göre açarız çiçek gibi eğleniriz işte diye düşünmeliydik. Öyle de düşündük karpuzu mıncıklayarak püre haline getirirken. Her şey iyi gidiyordu. Mutfak batmış, her yer karpuz ve çilek suyu olmuş ama sonuçta ortaya koca bir leğen kokteyl çıkmıştı. Deneysel çalıştığımız için şusu az olmuş busu fazla olmuş diyerek gerekli hamleleri de yaptıktan sonra fark ettik ki bizim kokteylinin tadı harikaydı. Adeta İzmir'deki bütün mekanlara meydan okuyor hehehe keriz silkeliyorlar oralarda be gelin de kokteyl görün gibisinden beylik lafları büyük bir keyifle söylüyorduk. Hemen dolaptan ev arkadaşlarımla özel günler için sakladığımız kadehleri çıkardım. Koca bir çorba kepçesini leğene daldırıp kokteyli kadehlere doldurdum. Dans ede ede her şeyi balkona taşıdık. Şimdi sarhoş oluruz mutfağa gidemeyiz eğlencemiz bölünmesin diye leğene birkaç buz küpü atıp onu da getirdik. Arkaya müziği açtık, sohbete başladık. Şarkılar söylüyor, ondan bundan konuşuyor gayet de iyi eğleniyorduk. Ama tabi ki atladığım bir şey vardı ve her zaman atladığım bir şeyler olurdu zaten.

Ben ne zaman alkolü biraz fazla kaçırsam önce biraz duygusallaşıyor ardından gurur yapıp titreyen sesimi düzeltmeye çalışıyor ve asla kendime engel olamayıp şakır şakır ağlamaya başlıyordum. Alkol bana asla yaramıyor, derdimi tasamı unutturmuyor üstüne de feci halde üzülmeme neden oluyordu. Bu hep böyleydi ve ben her seferinde aman o zaman canım şuna sıkkındı da öyle oldu, o gün birine darılmıştım da ağlamıştım gibi saçma sapan bahanelerle bunu göz ardı ediyor ve içip içip hem kendime hem de yanımdaki masumca eğlenmeye gelmiş diğer insanlara o geceyi dar ediyordum. O gece de kendime ağlayacak bir sebebi hiç zorlanmadan buldum ve gecenin kalanını deli gibi ağlayarak geçirdim. Şuan düşününce karşımdaki insan yerinde olsam ağzıma iki tane geçirirdim diyorum ne yalan söyleyeyim.

Bir süre sonra ağlama zırlama faslı bitti. Saat geç oldu, ertesi gün de işe gidecektim. Kalkıp yatmaya karar verdik. Ve fakat koca bir leğen kokteylin sonuna geldiğimizden artık beynim kafamı terk etmiş gibi hissediyor ve ayakta durmak ne demekti diye düşünüp hatırlamaya çalışıyordum. Nasıl olduysa arkadaşımın yardımıyla odama varmayı başardım fakat bu sefer de mideme bi haller oldu. Dünyanın en klasik sarhoşuydum ve kusmalıydım. Ama tabi ki pencereden aşağı değil!

Her şey için çok geçti. Lavaboya yetişmem imkansızdı. Kaşla göz arasında pencereyi açtım, dördüncü kattaki evimin penceresinden mahalleyi ulusa sesleniş yapar gibi inleterek bütün midemi boşalttım. Pencereyi kapattım, yatağa kendimi attım ve sızıp kaldım. Kapı çalıyordu uyandığımda. Saate baktım alarmımın çalmasına daha vardı. Epey çaldı kapı, evden biri açar diye gitmiyim dedim, kimsenin de duyduğu yoktu belli ki benden başka. Kapıyı açtım, karşımda benden en fazla birkaç yaş büyük olabilecek genç bir kadın ağlamaklı gözlerle bana bakıp 'kusura bakmayın rahatsız ediyorum bu saatte, yardımınıza ihtiyacım var' dedi. 'Buyurun nasıl yardımcı olabilirim' dememe kalmadan, kadın titreyen sesiyle sabah uyandığında arabasını rezil bir halde bulduğunu, karşı apartmandaki bir komşunun benim evimin ya da bir üst katımızda yaşayanların evinin penceresinden gece geç bir saatte bir şeyler döktüğünü ya da kustuğunu gördüğünü söyledi. Yukarı katta yaşayanları tanıyor musunuz diye sordu ve eğer yardımcı olamayacaksam polise gidip kamera kayıtları yardımıyla durumu öğrenip şikayetçi olacağını da ekledi. Sabah saat yediydi. Üstüm başım kusmuk içinde, ağzım kupkuru, gözlerimde çapaklar ve kapımda çok kızgın bir kadın bana soru soran gözlerle bakıyordu. Üstelik söylediğine göre, bilmem kaç yıldır dişinden tırnağından arttırıp birikim yaparak bilmem kaç milyona satın aldığı lüks aracı satın alalı henüz iki gün olmuştu. Mantıklı düşünmek için zamanım yoktu. Kadın 'komşu bir şeyler görmüş kusmuş mu dökmüş mü tam görememiş' gibi ortadan bir şeyler söylediğine göre bu düpedüz blöftü. Nasıl da ayan beyan kustuğumu biri görse bu kız da bir şey döküyor demezdi herhalde. Ama tabi ki ben polis lafını duyar duymaz, evden ters kelepçeyle karakola götürüleceğimi, hakim karşısına çıkıp 'evet hakim bey ben kustum. Boynum kıldan incedir, devletin kestiği parmak acımaz' diyerek ve mutlaka ağlayarak hapse gireceğimi o an her ayrıntısıyla hayal ediyor, arkamdan bu kız da içip içip milletin arabasına kusmuş şimdi hapis yatıyor, rezil insan! kötü kadın! gibi lafları tüm açıklığıyla beynimin içinde duyabiliyordum. Önce yukarıda yaşayanlara bok atmayı düşünsem de işin içinde delil niteliğinde kamera kayıtları vardı. Üstelik yukarı kattakiler de sürekli çaya çorbaya birbirimizi davet ettiğimiz yakın arkadaşlarımdı. Hem mutlaka yakalanacak hem de attığım iftira yüzünden milletin yüzüne de bakamayacaktım. İtiraf etmekten başka çare yoktu. Belki özür dilersem polise falan da gerek kalmazdı. Olabilecek en makul şekilde bu işin içinden çıkmalıydım. Bir yandan vicdan azabı da yükselmeye, yüzümden kulaklarıma kadar yakmaya başlamıştı zaten. En sonunda sabahın köründe saç baş dağınık, kusmuklu pijamamla ne kadar toplayabilirsem bütün cesaretimi toplayıp kadına bir kaç gündür rahatsız olduğumu , dün gece hepten fenalaştığımı maalesef lavaboya yetişemeyip pencereden aşağıya kusmak zorunda kaldığımı, oldukça pişman olduğumu söyledim ve özür diledim. Kadının yüz ifadesi üzüntüden tiksinmeye geçti bir anda. Duyduklarına inanamamış gibi kustunuz mu gerçekten diye acı bir ses tonuyla sordu. Özür diledim tekrar. 'Lütfen ıslak mendiliniz varsa alıp benimle aşağı gelir misiniz' dedi. Biraz rahatlamıştım. Demek ki o kadar abartılacak bir şey yoktu. Silerek arabayı temizler bu konuyu da böylece kapatırdık. Hemen bir paket ıslak mendili elime aldım terliklerimi giyip kadının peşinden aşağıya indim.

Arabayı gördüğüm an utanç duygusunu hayatımda ilk defa bu kadar iliklerime kadar hissettiğim andı artık. Utançtan kulaklarım uğuldamaya, yer ayaklarımın altından kaymaya başladı. Öyle böyle utanmadım, kafam alev alev yanıyordu. Epey pahalı ve yeni olduğu her şeye rağmen belli olan ve belli ki dün geceye kadar bembeyaz bir kuğu gibi süzülen son model araba tam tepesinden defalarca aldığı kusmuk darbeleriyle pembeye boyanmıştı. Abartmıyorum, araba artık -karpuz çilek karışık kokteyl- pembesiydi. Bir süre arabaya bakakaldım ve elimdeki paketten bir ıslak mendil çıkarıp bir köşesinden başlayıp arabayı silmeye çalıştım. O sırada kadın arabanın bozulma ihtimalinden, kusmuk arabanın motoruna kaçtıysa kalıcı hasara yol açabileceğinden acı dolu sesiyle bahsediyor, öyle bir durumda bilmem kaç milyonu nasıl vereceksin diye bana soruyordu. Ben de o an bir yandan arabayı silmeye çalışıyor öte yandan arabalarla alakalı en ufak bir fikrim olmamakla birlikte 'ulan bu arabalara yaz kış yağmur çamur yağıyor, kuşlar sıçıp sıçıp duruyor da bir şey olmuyor, benim kusmamla araba mı bozulur diye düşünmeden kadına nasıl yapsam da milyonlarını verebilsem, anama babama söylesem onlarda var mıdır ki hiç de sanmıyorum ama mecbur söyliycez' diye düşünüp kafamda milyonları nasıl denkleştirebilirim diye çıkar yol bulmaya çalışıyordum. Bu kepaze hal içinde bir süre arabayı silmeyi çalıştım fakat kurumuş lekeler çıkmıyordu. Eimdeki mendille ter dökerken kadın artık işe geç kaldığını, şimdilik arabanın yıkama masrafını karşılamamı eğer ekstra bir masraf çıkarsa benimle iletişime geçeceğini söyledi. Bu fikir aklıma yatmıştı. Hatta o an ekstra masraf çıkma ihtimaline karşı araba yıkatma parasının iki katını vermeyi teklif ettim sanki çok param varmış, dün bütün finansal varlığımı alkole vermemişim gibi. Tamam dedi. Gerek kalmazsa artan parayı bana geri gönderecekti. Hemen yukarıdan telefonumu aldım geldim de mobil bankacılık uygulamam tam hata verecek zamanı bulduğu için on beş dakika para göndermeye uğraştım. Kadının sabrı iyice taşmak üzereyken yukarı geri çıktım cüzdanımı aldım geldim bankamatiğe gitmek için. Daha ne kadar utanabilirim diye düşünürken kadın işe daha fazla geç kalmamak için beni bankamatiğe bırakma kararı verdi. O rezil halimle bir de kadının arabaya binip bankamatiğe kendimi bıraktırmış oldum. Parayı çekip verdim. Telefonlaşıp ayrıldık.

İşe gittiğimde herkes noldu moldu niye bir durgunsun sen diye sorunca olaydan bahsettim, güldük geçtik. Nazar çıkmış işte ne güzel hoahaaha dedik hep birlikte. Öğle saatinde yemek yerken bir yandan da diken üstünde kadından ''milyonlarımı ver!!'' temalı bir mesaj beklerken, bildirim düştü. Araç sahibi kadın, kusmadan önce alkol alıp almadığımı soruyordu. Oto yıkamacının dediğine göre alkol araç boyasında kalıcı hasar bırakabilirdi. Hemen alkol almadığımı söyledim. Zaten karşı tarafın gözünde kendimce vicdansız haysiyetsiz sorumsuz bir kusmuk torbasıydım, bir de alkolden dolayı kustuğumu öğrenirse hepten benim bir alkolik, bir serkeş, bir serseri gibi utanmadan arlanmadan arabasına kusan bir arsız olduğumu düşünmesini istemedim. Tabi anksiyeteden kadının attığı mesajları buğulu gördüğüm için kadının yazdığı saati para miktarı olarak algıladım. Kadın şu saatlerde belli olacak arabanın durumu demiş meğerse. Yazdığı rakamları şu miktarda para tutacak olarak anladığım için bende küçük çaplı bir elden ayaktan düşme, renk atması, buz kesme gibi semptomlar baş göstermeye başladı tekrardan. Kaşığı çatalı bıraktım kenara çekildim derken masada usulca yemeğini yiyen her şeyden habersiz patronum bu sefer sormaya başladı noldu diye. Önce bir kem küm ettim söylemek istemedim. En sonunda ağlayarak ve utanarak her şeyi patronuma anlattım. Patronum hemen çok sinirlendi. Ben enayi miydim, neden itiraf etmiştim, hadi itiraf ettim niye kadına çıkarıp para vermiştim, hadi parayı verdim niye kadına ekstra masraf olursa diye telefon numaramı vermiştim. Artık sadece tanımadığım bir kadının gözünde kusmuklu pis kadın değil, patronumun gözünde de enayi ve salaktım. Ağlayarak ve temmuz sıcağında buz keserek ofise girdim. Patron hala çok sinirliydi. Ofiste söyleniyor, gergin gergin volta atıyordu. En sonunda yanıma geldi ve ''kadını ara telefonu bana ver'' dedi. Artık olacakları tahmin edemiyordum. Kadını arayıp telefonu verdim. Patronum kadına kendini ben Gizem'in babasıyım diye tanıttı. ''Kızımdan ne parası istiyorsunuz?? Eğer rahatsız etmeye devam ederseniz şirket avukatlarımı devreye sokacağım diye devam etti. Yaşanan münakaşaya oturduğum masada büzüşerek tanık oluyor, yerin dibine dibine giriyordum. Sesler yükseldi. Kadın ''kızının kapısına polis göndereceğim'' dedi. Patron-babam da elinden geleni ardına koyma tavrıyla karşılık verdi derken bütün ofis işi gücü bırakmış, soluksuzca bu olayı takip ediyorduk. Telefon kapandı. Patronum söylenerek odasına girdi. Akşam eve dönerken mahalleyi kolaçan ettim. Polis gelir de evi pis görmesin ayıp olur diye süpürgeyle evi çektirdim. Bekledim. gelen giden olmadı. Telefonuma bildirim geldi. Kadın benim kimsenin parasında gözüm yok temalı bir mesaj döşemiş, araba yıkama parasından kalanı karşıki bakkala bırakmıştı. Parayı bakkaldan almak için iki gün bekledim. Ekmek almaya gittiğimde sonradan hatırlamış gibi benim emanet vardı diye istedim. Bi daha da vay efendim kapitalist sistem vay efendim evde kokteyl gecesi diye tatava yapmadım. Edebimle gittim, bir kadeh kokteylimi kredi kartımla ödedim çıktım. Şimdilerde içkiyi tamamen bıraktım, zaten de sevmiyordum. Bir daha içecek olsam iki düşünür bir içerim. Rumuz: sarhoşbaki