Ben dün hiç tanımadığım birinin ölüsünü gördüm. Ama daha önce sevdiğim kimsenin ölüsünü görmedim. Hiçbir zaman cesaret edememiştim.

Üniversiteye giderken bir gün Beyazıt Meydanı'nda üzerine gazete örtülmüş bir adamın elini tutan, bomboş gözlerle etrafa bakan bir kadın görmüştüm. Kadın elinde telefon; nereyi değil, aradığında ne diyeceğini bilemez haldeydi. Adamın baş ucunda, bir eliyle ölmüş olan kocasının elini tutuyor, diğer eliyle ucunda haberi alacak kişiyi seçiyordu. Öyle garip bir görüntüydü ki... Etrafında hiç kimse yoktu. Koskocaman bir meydan, tepede kızıl haziran güneşi, üzerine gazete kağıdı örtülmüş bir bedenin başında yere çökmüş bir kadın... O gün evden ne için çıkmışlardı? Birlikte günü ne şekilde geçirmişlerdi? Son konuştukları konu neydi? Ben daha önce hiç ölü görmedim demiştim geçenlerde bir sohbette. Sonra aslında bu görüntüyü unuttuğumu hatırladım. Ben daha önce sevdiğim birinin ölüsünü görmedim diye değiştiriyorum şimdi bu sözü. Gördüğüm başka birinin ölüsünün yanından da sadece bakıp geçmiştim.

Dün bir arkadaşımın vaftiz annesinin cenazesine gittim. Hiç hazır değildim ama cenaze evinden içeri girdiğimde tabutta yatan ölü bedenle karşılaşmak beni bomboş hissettirdi. İlk dakikalarda bakamadım ona. Ama sonra tabutta yatan süslü kadına uzun uzun baktım. Baş ucuna en sevdiği çantasını koymuşlardı. Bedeninin yarısı tabutun içinde ve üzerinde kocaman, pembe tonlarında çiçekler vardı. Açık olan diğer yarısında üst bedeni görünüyordu. Peruklu saçları, kolyesi, küpeleri, yüzük ve bileklikleri... En güzeli de pembe, pespembe elbisesiydi. Hemen yanındaki masada büyük boy bir şampanya şişesi ve iki tane kristal kadeh vardı. Hemen arkasında Chanel çantalar ve küçük Chanel torbalar... Tabutunun etrafına konulmuş rengarenk çiçekten çelenkler... Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Diana'ya sorduğumda her şey onun planladığı gibi dedi. Elbisesini, tüm küçük detayları önceden planlamış. Uzun uzun bakarken orada yatan ölü ama ışıltılı bedene, eğer bir gün sonsuza kadar giymem gereken bir elbise seçseydim bu nasıl bir şey olurdu diye düşündüm. Eğer bana bir şans verilseydi kesinlikle ben de rengarenk bir elbise giymeyi tercih ederdim. Aslında hiç tanımadığım bu ruhun bana ne kadar benzediğiyle yüzleştim. Şampanya en sevdiğim, içine çilek atılmış bir kadeh soğuk şampanya, pembe en sevdiğim renklerden, çiçeklere aşığım ve şık olan her şeyi seviyorum. Hiç tanımadığım ama tanısaydım çok seveceğim güzel Anna'nın cenazesinde sevdiği şarkıları gözyaşları içinde çalan kocasına mendil verdim. Sonra etrafıma baktım. Ölüm ve yaşam yan yana bir odanın içindeydi. İnsanlar sohbet ediyor, gelip sadece 10 saniye ölmüş bedene bakıyor, sanki bir müze gezer gibi dönüp gidiyorlardı. Çünkü öldüğümüz zamana kadar o tabutta yatan biz değiliz değil mi?

Siz ne giyerdiniz? Daha önce hiç kendi cenazenizi düşündünüz mü? Bu soru psikoloji dersimde sorulmuş bir final sorusuydu. Ya siz? Daha önce hiç kendi ölümünüzü ve cenazenizi düşündünüz mü?