Müzeyyen Hanım, yatak odasının penceresinden gözünün kadrajına giren, yeşilin tonlarından kahverengi ve sarının tonlarına dönüşen ormanı izliyordu. Penceresinin önüne de kaktüslerden, begonyalardan ve küpe çiçeklerinden küçük bir orman kurduğunu aklından çıkarmıyordu. Sonbahar gelmiş olsa da ormandaki ağaçlar sararsa da Müzeyyen Hanım, kendi küçük ormanına sonbaharı uğratmayacaktı. 52 yıldır yanından ayrılmadığı hayat arkadaşı Selami Bey de küçük ormanıyla beraber Müzeyyen Hanım’ın sevgisiyle büyüyüp yetiştiğini, o bitkilere kardeş olduğunu artık kabulleniyordu. Müzeyyen Hanım, her sabah bitkilerini sularken eşine “Seni kaktüslerimin, çocuklarımızı da begonyaların yerine koyuyorum.” diye takılırdı. Eşi bu şakaya bozulur, yıllardır çiçek açmayan kaktüs gibi küstüğünü söylerdi. Çocukları evlendikten sonra Müzeyyen Hanım ve Selami Bey, kendilerini yalnız hissetmemek için bitkilerine bir çocuğa bakar gibi bakıyorlar, ara ara yeni bitkiler de ekliyorlardı ormanlarına.


Bir sabah uyandığında kendini hastanede bulan Müzeyyen Hanım, aylardır eşinin hastalığından ötürü onun yanında refakatçiydi ama bunu kabullenemiyordu. Bir süre daha hastanede yattıktan sonra tedavilere cevap veremeyen Selami Bey vefat etmişti. Yapayalnız evine dönen Müzeyyen Hanım, küçük ormanına baktığında eşinin çoktan o ormandan gittiğini, artık küçük ormanında yaz havasının sürmeyip sonbaharın uğradığını gözyaşlarıyla kabullenmişti.