Birçok pencere hikayesi vardır, hatta pencerenin (şahsına ait) hikayesi demek daha doğrusu. Kimisi sıradan görevini yerine getirir, kimisi öylece durur, amaçsız... bekleyişi, özlemi barındırır kimisi de. Sanki bir şeymiş gibi... Kimisi vardır, karşı evin yansımasında kendini arar...
Kimisi çileden çıkarır, kendi görevini bile unutur....
Bu pencere başka, başka bir pencere işte.
Saçmalama demeyin, bir durun anlatıyorum işte.
Mesela havanın soğukluğuna aldırış etmez, açıktır hep ya da çok sıcakmış fark etmez.
Kendi halinde rüzgarla cebelleşir, perdeleri bağlar beline, süzülür.
Bazen başından sarkıtır.
Muzipliği tutar bazen, sıkıştırır bacak arasına, pis pis sırıtır.
Dedim ya bu pencerenin hikayesi başka diye...
Nefesini keser senin, haberin olmaz.
Gözlerini doldurur, hıçkıra hıçkıra ağlatır seni.
Oyunculuğu tutar bazen, kahkahalara kapılır gözyaşları içinde.
Vay be dersin, ne oyuncu ama...
Ne diyeceğim biliyor musunuz?
Aslında küçük bir tebessümün esiri olmuş bir pencere bu.
Tutsak işte, o tebessümde sıkışıp kalmış.
kırılmış, dökülmüş bir pencereye dönüşmüş.
Bir bekleyişin simgesi, umutsuz bir vaka yani...
Gerçi küçük bir tebessüm deyip de geçmeyelim şimdi.
O tebessüm ki (sahibi bilmez pek.)
O pencereye doğru gelen her tebessüm dünyanın tüm güzelliklerinin toplamı kadar büyüleyici.
(Sahibi bilmez pek.) O pencereye gönderdiği tebessüm gibi tebessümleri yok bu hayatta aslında.
Sahi, hikayede konu şaştı, pencere diyorduk.
Tebessümün sahibine takılıp kaldık.
Pencereyle aramız bozulmasın şimdi.
Bizim de o tebessüme kapıldığımızı düşünüp kızmasın bize.
Bir bekleyişin simgesi umutsuz bir vaka bu pencere.
Bu pencere kapanıyor bugün.
İstemeden de olsa açılmayacak bir daha.
Hatta parçalayacaklar onu, kendi kendine başaramadığını bırakacak bedenini birkaç güne savunmasız...
Biraz sessiz olursanız eğer, kapatıp gözlerinizi pencereye ve esir tutulduğu tebessüme odaklanırsanız duyacaksınız çığlıklarını.
Hepiniz değil tabii...
Ama bazılarınız kalbinde bile hissedebilecek belki.
Hadi bakalım, kapatın gözlerinizi...