"Anladığımı düşünmüyor musun? Var olmayı boş yere hayal etmek. Öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. Uyanık olduğun her an tetikte... Başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. Sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca... Her gülümseme aslında yüz ekşitme. İntihar etmek mi? Oh, hayır! Bu çok çirkin. Sen yapmazsın. Ama hareket etmeyi reddedebilirsin. Konuşmayı reddedebilirsin. O zaman en azından yalan söylemezsin. Böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. Artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun. Sen öyle sanırsın. Ama gerçek inatçıdır. Saklandığın yer su geçirmez değildir. Yaşam dışarıdan sızar içeri. Ve tepki vermek zorunda kalırsın... "
***
Antik Çağ'da tiyatro oyuncularının sahnede taktıkları maskeleri ifade eden "persona" terimi, 20. yüzyılda Analitik Psikoloji'nin kurucusu Carl Jung tarafından bir kez daha kullanılmıştır. Jung'a göre Persona, dış dünyaya karşı gösterdiğimiz yüzümüzdür. Bir diğer deyişle, toplumun onayını almak için, insanın dış dünyaya karşı takındığı bir maskedir. Buna tezatlık oluşturacak şekilde bir diğer yanımız "Gölge" ise, diğer insanlar ve toplum tarafından hoş karşılanmayacağı için bilinçdışına bastırılan ilk benlik olarak tanımlanır. Gölge, insanın ilkel, karmaşık ve bilinmeyen karanlık yüzüdür. Her insan persona ve gölgeyi birlikte taşır. Bergman ise, filmlerinde ağırlıklı olarak işlediği varoluşsal konuları bu sefer de "Persona"da Jung'un arketipleri, varoluş sancıları ve kadın teması üzerinden mükemmel derinlikli ve sembolik ögeler içeren bir başyapıt ile bizlere sunmuştur.
***
Madalyonun iki yüzü: Elisabeth ve Alma... Elisabeth, başarılı bir tiyatro oyuncusudur. Bir gün sahnedeyken bir anda susuverir ve hapsolduğu bu sessizlik hapishanesinden kurtulmak üzere hastaneye yatırılır. Hastanede ve filmdeki bir diğer mekan olan yazlık evde ise Elisabeth ile ilgilenmek üzere Hemşire Alma görevlendirilir. Elisabeth ve Alma'nın bu kısa tatillerinde daha çok Alma'nın monologları ve ikilinin sessiz iletişimlerini görür ve git gide varoluşun, kimliklerin, maskelerin, yüzleşmelerin kıyısında karakterlerle dans ederiz. Bu tatilin amacı Elisabeth'in iyileşmesine yardımcı olmaktır. Ancak gerçek şudur ki, Elisabeth hastalanmamıştır. O, büründüğü kimliklerin, maskelerin, sahte davranışların, bir diğer deyişle 'persona'sının içinde kendi gerçekliğini yitirmiş ve tüm bu sahteliğe karşı sessizlik savaşı açmıştır. Böylece kimseye yalan söylemek zorunda kalmayacak, olmadığı biri gibi davranamayacak, maskelerin ardına gizlenemeyecektir. Ancak yine de bu süreçte elinde kalan son maske olan 'hasta' maskesini kullanmaya devam eder. Bunu ise keşfeden, Elisabeth'in hasta maskesini aralayan, onu kendi gerçekliğiyle yüzleştiren kişi Alma'dır. Zaman zaman sınırların yok olduğu, yüzlerin birbirine karıştığı, muazzam monologlarla insan benliğine dokunduğumuz bu filmde Bergman, izleyici olarak bizi tek bir gerçeklik, basit bir akış, belli kalıplardan ziyade her şeyi görmeye ve düşünmeye zorluyor. Bizi hem gerçek bir dünyaya çekerken hem de sinematik dünyanın eşiğinde durdurup bir izleyici olduğumuzu hatırlatıyor. Bu bağlamda Bergman, izlemekten ve incelemekten büyük keyif aldığım yönetmenlerden biri.
***
Bergman, müthiş bir detaycılıkla insan zihninin derinliklerine girmeyi, varoluşsal temaları ve psikolojiyi ustalıkla beyaz perdeye aktarmayı başaran dahi yönetmenlerden biri demek onu tanımlamak için doğru bir ifade olacaktır. Filmde iki kadın üzerinden ahlaki sorgulamalar, var olma teması, kadın olmak, kimlikleri taşımak, sürdürmek gibi birçok konuyu işlemiş, izleyiciyi zaman zaman neyin gerçek neyin hayal olduğu ikileminde bırakarak farklı açıları görmeye zorlamıştır.
***
İyi seyirler.
N.T. 🌼