İnsan tarafından yakalanmıştır pırasa ve eve getirilir. O gün idam günü olmadığı için buzdolabına yerleştirilir. Buzdolabını pek sevemez pırasa.

"Zaten soğuk mevsim sebzesiyim, daha da soğuk yerlerde büzüşmek istemiyorum! Bir an önce buradan kurtulmam lazım. Tekrardan saçlarımı özgürce savurabildiğim yere dönmeliyim."

Tüm gün düşünür bir çıkış yolu bulabilmek için ve hayalini tek başına gerçekleştiremeyeceği kararına varır. Kendisine destek olması için aklına ilk gelen kişi havuçtur. Havuçla konuşmak için geceyi bekler. Gece olunca üst komşusu havuca hayalinden bahseder ve birlikte plan yaparlar. Ne de olsa havuç da buzdolabından çıkmak istiyordu. Evdeki herhangi bir insan dolabın kapağını açtığında var güçleriyle bağıracaklardı. İnsanlardan biri geldi, kapağı açtı, pırasayla havuç avaz avaz bağırıyorlardı:

"Çıkar bizi buradan! İlk bizi al!"

Bu plan işe yaramamıştı. Sonra yeni bir plan yapmak için düşünmeye koyuldular. Pırasa daha akıllıydı havuçtan, uzun yeşil ayaklarıyla dolap kapağının dışından gelen sesleri dinlemeye başladı. Bir gün geçti, iki gün geçti derken bir haftayı dinleme yaparak geçirdi pırasa. Bu arada ayakları sararmaya ve uyuşmaya başlamıştı bile. Nihayet insanlardan biri burun çekip öksürüyordu. Pırasa bunu duyar duymaz yeni bir ortak arayışına girdi buzdolabında. Seçme düzenledi, reçelden tutun turpa kadar herkes katılmıştı. Onca katılımcı arasından eleme yapmak zor görünüyordu. Lakin katılımcı taze soğan hem kendisiyle uyumlu hem de hasta insanın ilk tüketeceklerindendi. Taze soğanın iş birliği sayesinde havuçla birlikte buzdolabından kurtulabilecekti. Nitekim de öyle oldu.

İnsan havucu aldı, soydu. Havuç utançtan parçalara ayrıldı. Tavaya atladı, zeytinyağında boğularak öldü.

Taze soğan gördüklerinden sonra pırasaya yardım ettiğine bin pişmandı. Ne yazık ki insan taze soğanı aldı, püsküllü saçlarını kafa derisiyle beraber kesip attı. Yeşil uzun bacaklarından başlayarak doğradı. Acıya dayanamayan taze soğan da kendini zeytinyağında boğdu.

Sıra dışarı çıkmak için yanıp tutuşan pırasaya gelmişti. Pırasa korkuyordu. Sararmış ayakları saf korkuyla kaskatı kesilmişti. İnsan elindeki tırtıklı bıçakla sarı uyuşmuş ayaklarını kesiyordu.

Sadece buzdolabından çıkıp özgür olmak istemişti, hepsi bu. Parçalanmayı en can acıtan işkence aletlerinden biri olan tırtıklı bıçakla damarlarından akan öz suyuna kadar hissediyordu. Akan öz suyunun her damlasından bir anısı daha ondan koparılıyordu.

"Hayır, özgür olmak beraberinde bu kadar acıyı getirmemeliydi! İstediğim çok basitti: Güneş Bahçesindeki toprak evime dönmek istiyordum."

His yeteneği git gide azalıyordu. Her bir bıçak darbesi anılarının yanında korkma yetisinden de bir parça koparıp götürüyordu kendisinden. Artık hiçbir şey hatırlayamıyordu.

"Lanet olası insan! Püsküllü saçlarımı kesmiş olmalı. Mutluluk depolama merkezimi nasıl benden alabilirsin! Tek yaşam noktamı!.."

Damarlarında kalan son damlaları…İlk gençlikte oynadıkları püskür değdirmeceler…Kökten köke dokunuşlar…Kökten sarılma…

İnsan ince ince doğruyordu pırasayı. Az sonra o da ölü bedenlerin yanına, zeytinyağına dalacaktı. Tavaya düşen her pırasa parçası kendi içinde savaşını veriyordu, sahip oldukları tek bir damla bile olsa kalan özsularını içlerinde tutabilmek için. Anılar varsa hayatta kalabilirlerdi ancak. Son pırasa parçası da tavaya düşünce insan hepsini tahta bir kaşık yardımıyla karıştırdı.

Kalan son sağ pırasa parçaları tüm o ölü bedenlerin kokusuna gömülüyorlardı. Taze soğanın kesik ayağı…Havucun utanan boynu…Kendi bacak parçaları…Nasıl bir cehennemin içindeydiler. Dehşet içinde çığlıkları dinmiyordu.

Karıştırmayı bitiren insan, tavanın kapağını kapattı, ocağın ateşini kıstı ve mutfaktan çıktı.