Dünya düz bir tepsi önceleri, sonrasında bir yük Atlasın omuzlarında. 

 Bir masal soylular soyunda.

Kuleler, şövalyeler, ejderhalar, efsaneler. 

Sonra bir garip küçük kız Jan ‘ın dudaklarında özgürlük tılsımı ve başlasın sürek avı.

Bir cadı muhakkak yakılmalı, olmadı mı suya atılmalı. Yaşamak için ya soylu doğulmalı ya rahip olunmalı ya da hiç yaşamamalı.

Garip yer dünya.Sayfalar içinden bir sayfa sana ayrılan yazılmışken yaşanacak, sana düşen var olmak. 

Noktayı virgül yapmaya gücün yetmese de her gün ölüp ölüp yeniden uyanmak. 

Bir akıl oyunu var olmak.

Garip bir nefes alış veriş. 

Aynı gün, aynı güneş. 

Gün geceden farklı, gece günde saklı. 

Görürken gidemediğimiz yıldızlar ve bilsek de göremediğimiz küçük canlılar. 

İki sonsuz arasında bir satranç tahtası dünya hayatı. 

Oynanan oyundan bihaber şah; ben derken oyunun sahibi hamlesini adım adım planlamalı. 

Șahın gölgesinde vezir, oyun içinde oyun kurmalı. Mukakkak Şahı mat edip makamı kapmalı ama beyhudedir çabası; şahı olmayanın kalmaz ki tahtası.

Oyunun köşe taşı fil; onun rolü kritik olmalı. Önemiyle çevrili varlığında kurallar prangaları olmalı. 

İki dev kale, iki ucundan koruyup kollamalı kendilerinin olanı, koşup kurtarmalı gerekirse siper olmalı.

Ve bir at şaha kalkmalı. Şah için zaferler kazanmalı, yuları vezirin elinde olmalı. 

Çok koşmalı ama varacağı yer tahmin edilebilir olmalı.

Piyonlar halk olmalı ve oyunlardan bihaber var olmalı.

Tek varlığı kendi olan halk otunda hep yalnız kalmalı ama en çok da onlar özgür olmalı. 

Seçilmemiş olmanın verdiği rahatlık her nefeste içlerine dolmalı. 

Belki de herkes piyon olmaya çalıșmalı. 

Belki vezirler şahlığa değil de piyonluğa oynamalı.

 Seçilmişliğin yalnızlığından kurtulan piyonlar mutlu olmalı.

 Kısa olsa da varlıkları bir tek onlar kendi olma hakkına sahip olmalı. 

Aslında dünya piyonların olmalı.