Çocuktum ben. İnanması güç de olsa bir zamanlar çocuktum. Ve en keyif aldığım oyun buydu belki de. Eve plastik bardaklar getirirdi babam. Her ne kadar annem çok kızsa da gizlice alırdım paketleri bir heyecanla parçalayıp dizmeye başlardım bardakları.

En alttan en üste doğru bir bir azalardı bardaklar fakat bir o kadar da yükselirdi kule.

Kocaman bir kule inşa eder sonra karşısına geçer gururla izlerdim. Ve çok geçmeden üstüne bir hınçla atılıp yıkardım her şeyi.


Yıllar geçiyor. Anladım ki bu gece ben hala o kuleyi inşa etmeye çalışan çocuğum.

Belki kendim yıkmasam bile birileri de gelip yıkıp gidiyor arada. Bazen de kendiliğinden yerle bir oluyor.

Ve ben her defasında en baştan dizmeye devam ediyorum o bardakları.

O oyuna sıkışıp kaldım. Bu kaçıncı yapım ve kaçıncı yıkılış.

Fakat o çocuk da zevk almıyor eskisi gibi. Büyük bir yenilmişlikle başlıyor her defasında tekrar dizmeye. Artık bu kısır döngüye hapsolmanın ızdırabını çekiyor.

Ve artık biliyor bir gün son defa dizecek o bardaklarını son kez yıkılmak üzere.

Sonsuz döngüye hapsolmamak adına yenilmişliğine sığınıp uzanıp kalacak etrafa dağılmış bardaklarının arasına.

Bir çocuk da ölürmüş zamanı geldiğinde anladım. 

İnsanın önce geleceği sonra geçmişi en son da kendisi ölürmüş.

Vay ki gençtim. Ölümle paslanmış buldum sesimi.

Ey yıkılış.

Ey yeniden doğuş.

Bak bu son perde. Oyun yok bundan sonra.