Devlet, Antik Yunan filozofu Sokrates’in, adaletli ve ideal bir devlet anlayışına paralel olarak oluşacak mutlu bir toplum yapısına dair görüşlerinin öğrencisi Platon tarafından okuyucuya aktarıldığı bir eserdir. İdeal devlet ve toplum yapısını oluşturma yolunda kademe kademe öne sürülen tüm bu fikirler, günümüz siyaset felsefesi ve devlet modellerinin temelini oluşturduğundan dolayı hala daha önemini korumaktadır.


Üç farklı grubun (Sokrates ve öğrencileri, Kephalos ve oğulları, Thrasymakhos ve öğrencileri) bir araya geldiği toplantıda, yaşlılığın insanda oluşturduğu etkilerden bahsedilmesi ile insanların ihtiyarladıkça yaşadıkları hayatın doğruluğunu sorguladıkları fikri ortaya atılır ve bu şekilde başlayan ‘doğruluk – eğrilik’ tartışmasında; doğruluğun ve getirilerinin, eğriliğin ve etkilerinin tanımı gruplara göre değişiklik gösterir. Doğruluk tanımının elde bulundurulan güce göre şekil aldığını ve güç sahibinin menfaatine göre değiştiğini hararetle savunan Thrasymakhos’a karşı Sokrates; güç sahibi olan iyi adamların kendi yararlarından çok güçsüzün menfaatini kolladığını ve bu sebeple de yöneticilerin yönetim sanatını icra ederken kararlarını yönetilenlere göre aldıklarını ileri sürer. Bu fedakar davranışlarından dolayı da yöneticilerin ücret hak ettiklerini savunur. Bu ücret para yahut şöhret olabilir. (Tabi buna karşılık olarak yöneticiliğin sorumluluğundan kaçanlarsa cezayı hak ederler.) Fakat eğer tüm vatandaşları değerli olan bir toplum söz konusuysa iyi adamlar yönetimi ele almamak için yarışırlar çünkü bu toplumda şöhret ve para peşinde koşmak ayıplanır. Bunun sonucu olarak ise, yönetimi üstlenmekten kaçınan bu adamların kendileri kadar değerli insanlar tarafından yönetilmemesi riski ortaya çıkacağından yönetim yine aynı adamlar tarafından üstlenilir. Böylece eğrilik de doğruluk da etkisini gösterir ve bu meziyetlerin tek bir kişide olması ile tüm toplumda olması arasında pek bir fark olmaz. İşte tam da bu sebeple Sokrates’e göre doğruluk insanda olduğu gibi aynen devlette de vardır; doğruluğu araştırırken devleti incelemek ve ideal devleti konuşmak bizi doğruluğun kendisine götürecektir.


Bizi doğruluğa ulaştıracak ideal devletin en önemli özelliklerinden birisi adalettir. İnsanların kuşatıldıkları yetenek üzerine uzmanlaşması, tek bir alana yönelmesi ve sanatını en iyi şekilde icra etmesi onun borcuyken; kimsenin kimseye karışmaması ve birbirlerinin işlerine müdahale etmemeleri de adaleti ayakta tutacak olan temel şartlardandır. Bu şartlar altında düzenini kuran ve büyüyen devlet, etkin ve becerikli sanatkarları, esnafları, çiftçileri ve bilumum tüm üreticileri ile şehirlerine sığmayacak ve gözlerini komşu devletlerin topraklarına dikeceklerdir. Ortaya çıkan bu savaş halinde ise devleti muhafaza edecek bekçilere ihtiyaç duyulacaktır.


Yegane görevi devleti korumak olan bekçilerin alelade bir insan olmaması gerektiğini şiddetle savunan Sokrates, bekçilere özgü bir eğitim anlayışının oluşturulmasında müzik ve jimnastikten faydalanılarak zihinsel ve fiziksel gücü arttırıcı aktivitelerin ortaya koyulabileceğini belirtir ve bu eğitimin bekçilere çok küçük yaşta verilmeye başlanması gerektiğinin altını çizer. Müzik ve jimnastik ile şekillenen bu eğitimin içeriğinde bekçilerin Tanrılara, devlete ve halka karşı en ufak bir sadakatsizlik ya da güvensizlik duymasına sebep olacak unsur olmaması ise tüm devletin menfaati için son derece önemlidir. Ayrıca önceden ortaya konulmuş müzik, şiir, şarkı gibi eserlerin içindeki sadakatsiz ve isyankar ifadeler de devletin geleceği ve refahı için tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Bu eğitimlere tabi tutulacak bekçilerin yalnızca erkeklerden oluşmayacağını, fiziksel anlamda erkeklerle bir olmamalarının onlara bir engel oluşturmamasından dolayı kadınların da aynı müzik ve jimnastik eğitiminde geçerek bekçi olması gerektiğini söyleyen Sokrates; en kaliteli genlere sahip erkek bekçiler ile kadın bekçilerin birleştirilerek ortaya güçlü bekçi çocukların çıkarılması gerektiğini de vurgular. Fakat bekçiler, normal halktan farklı olarak, eş ve çocuk sahibi olup aile kurmaktan ve ayrıca özel mülkiyet sahibi olmaktan men edilmiştir. Bekçiler için karı, koca, eş, ev kısacası özel ya da genel anlamda her şey ortaktır ve bu durumun savunması ise bekçileri, onları oyalayan herhangi bir şeyden uzak tutma çabasıdır. Bu durumun bir buhran doğuracağını tüm tartışmacılar ile birlikte Sokrates de kabul etmiş fakat bunun devlet güvenliğinin yapıtaşı olan bekçiler için en iyisi olduğunda hemfikir olmuşlardır.


Tüm bunların sonucunda Sokrates ve tartışma esnasında ona eşlik eden diğer grup üyeleri, ideal devlet anlayışı için gerekli olan dört önemli özelliği ‘bilgelik, yiğitlik, ölçülülük ve doğruluk’ olarak belirlemişler ve özelden genele gittiklerinden bu akıl yürütme tarzının onları ‘doğruluk’ tanımına ulaştıracağına karar vermişlerdir. Bilgelik kabulüne göre devlet, aklını onu yöneten topluluğa borçludur. Bekçilerin gördükleri sağlam ve kaliteli eğitim sonucu beşeri zevkler uğruna hemen kaybetmeyecekleri iradeleri ve korkusuzlukları ise yiğitlik kabulüdür. Yöneticilerin sahip olduğu bilgelik ile bekçilerin yiğitlikleri gibi toplumun belli kesimleri arasında bölüşülmeyen ve tüm yurttaşların arasındaki ilişkiyi sağlıklı bir şekilde ayakta tutan kabul ise ölçülülüktür. Ölçülülüğe göre her insan kendi ödevini en iyi şekilde yerine getirir ve başkasının işine müdahale etmez. İşte bu ölçü de bizi direkt olarak doğruluğa ulaştırır. Doğru insanlar kendi işini en iyi gören ve kurulan bu düzeni sarsacak bir müdahalede bulunmayan insandır. Eğrilik ise tüm bunlara paralel olarak bilgelik, yiğitlik ve ölçülülüğün kendi içinde düzen yakalayamaması ve devleti karmaşıklığa sürükleyen her türlü durumdur.


Temel gereksinimleri ortaya konulan ve kökleri sağlamlaştırılan ideal devlet anlayışının, sanatkar üreticiler ve bekçilerin ardından ihtiyaç duyduğu en önemli grup ise şüphesiz yöneticilerdir. Sokrates’e göre devlet yöneticileri; düşünen, sorgulayan, bilginin peşinde koşan ve gençlik dönemini atlatmış hatta yaşlı ve tecrübeli filozoflardır. Her ne kadar kendi yaşadığı dönemde yönetimin filozoflara bakış açısı pek iyi olmasa da Sokrates için filozoflar; bilime düşkün, varlığı bütünüyle seven, yalandan uzak duran, ölçüsüzlük ve açgözlülükten uzak insanlardır ve bu sebeple de devlet gücü ile akıl gücünü birleştirmede oldukça başarılı olacaklardır. Eğer insan düşünmekten, sorgulamaktan ve akıldan uzak kalırsa, Sokrates’in benzetmesine göre, mağarada elleri kolları bağlı ve mağara girişine sırtları dönük şekilde oturtulan bilgiden yoksun insanlar gibi olurlar. Bilgi yoksunu bu ruhlara ise eğitim verilmesi yalnızca boş bir çaba ve yanlış bir gayrettir.


Yönetimin akıl ile gücü birleştirememesi ve düşünmekten uzak kalan halk etkisini arttırırsa bozulan devlet düzeni kademeli olarak evrilecektir. Gücü ve şerefi sevip kölelere karşı acımasız olan insanlar arttıkça bu insanların ait olduğu devlet timokrasiye dönüşür. Timokrasi insanı içindeki para düşkünlüğü tohumunu yaşlandıkça yeşertecek ve saygı duyduğu güç ve şeref sahibi insanlar gelir düzeyi yüksek insanlar olacaktır. Bu durum ise ortaya fakirin söz hakkına sahip olmadığı, zenginlerin tekelindeki oligarşik bir devlet düzeni doğuracaktır. Fakir halk ve zengin yöneticiler arasındaki genişleyen uçurum, fakir halkta yöneticilerinin varlığının onların köleliklerinin varlığına bağlı olduğu fikriyatı oluşturur. Bu muhtaciyet fikrinin verdiği özgüven ile iç karışıklıklar patlak verir. Öldürülen veya devletten uzaklaştırılan zenginlerin ardından kalan yurttaşlar ülkeyi eşit bir şekilde paylaşarak demokrasiyi hakim kılarlar. Eşitlik ve serbestiyet bir süre sonra öylesine değer kazanır ve vazgeçilmez olur ki yöneticiler talep edilen her özgürlüğü sağlayamazlarsa çatırdamalar başlar ve saygınlıklarını yitirirler. Bu durum gittikçe şiddetlenir ve yurttaşlar kanunları hiçe sayıp talep ettikleri özgürlüğü yaşamak için tamamen başı buyruk davranışlara yönelim gösterirler. Yurttaşların bu tavrı zorbalığa yol açar. Fakat zorba insanlar mutsuzdurlar çünkü insanı doğruluğa en çok yaklaştıran ölçülülüğe uzaktırlar. İnsan kendisini ancak iyilik ve doğrulukla bu durumdan sıyırabilir ve Sokrates’e göre insan ruhunun sonsuzluğu hakikate yakınlıkla doğru orantılıdır.