Zannımca sanatın en mukaddes ve çok yönlü ürünü şiirdir. Hüznün içinde boğulurken bile umut verebilen, ideolojilerin bayraktarlığını yapabilen, okuyucuyu insan ruhunun en ücra köşelerine kadar götürebilen bir başka tür yoktur. Şiir, tarih boyunca hislerini yoğun yaşayabilen ve bunu kalıcı kılmak isteyen herkesin en önemli silahı olmuştur. Okunmak arzusu burada temel unsur değildir. Öyle ki bazı şairler şiirlerini yayımlama gereği görmemişlerdir. Asıl önemli olan duygu ve düşünceleri kâğıda dökmektir. Bu durumu böyle karşınıza sunmam size abes gelebilir. ‘Bu kadar basit mi?’ diyeceksiniz.Bu basitlik şiirin doğasından gelmektedir. Dertleri yazıya dökmek bir dostla konuşmaktan daha etkili olabilir. Şair kalem ve kağıdı kurtuluş olarak gördüğünden en içten arzularını, nefretini, neşesini ve hüznünü şiire dönüştürür. Ruhunun her tarafı acı ve tepki gösterme arzusu ile dolu olan insan kendi ruhsal durumunu stabilleştirmek için şiirin eteklerine sarılmıştır. Çünkü şiir annedir, dosttur, dert ortağıdır.


Şiir bize atalarımızdan mirastır. Mağara duvarlarına çizilen resimlerden tutun Orhan Veli’nin ıslak peçetelere yazdığışiirlere kadar asıl amaç o anki ruh halini ve yaşam mücadelesiniaktarma isteğidir. Sanatın tüm yolculuğu bu çerçevede doğup gelişmiştir. Bunun yanında öğüt verme, ders çıkarma, eleştirme vb. amaçlar sonradan gelişmiştir.Aslında sanatın gücü toplum tarafından anlaşıldıktan sonra gelişmiştir demek daha doğrudur.


Şiir biraz da ağlamak gibidir. Ağlamak ‘birazdan ağlayacağım ve bunun herkes tarafından görülmesini istiyorum’ diye yapılmadığı gibi şiir yazmak da bir plan program dahilinde gerçekleşmez. Her ne kadar şiiri bir işçilik ürünü olarak görmesem de şiir üzerinde dikkat ve uğraş ister. Bencildir şiir. Elinize kalem aldığınızda, eğer şiir yazacaksanız, başka hiçbir şeye dikkat etmemeniz gerekir. Zihninizin kapılarını tüm gerçekliğe kapatıp kendi benliğinize dönmelisiniz. İlham rüzgarları üzerinizden gidene kadar o kutsal anı bozmamak gerekir. O süreçten sonra şiirin olgunlaşma zamanı vardır. Bir şiir sanatsal olgunluğa erişmeden asla bir şiir olamaz. İlham ile dolup taştığınız vakit geçip gittiğinde eserinizi sakin bir gözle yorumlamanız gerekir. Ama sanatsal olgunluk bireysel bir husustur. Yani karar merci şairin kendisidir. İster Yahya Kemal gibi on beş yıl boyunca bir şiir üzerinde çalışırsınız ister Cemal Süreya gibi kağıda aktarıldığı gibi bırakırsınız.

Edebiyat tarihini incelediğimizde tüm fonetik sanatların atasının şiir olduğunu görürüz. Kutsal metinlerin çoğunluğu şiir şeklinde meydana getirilmiştir. Çünkü şiirin etkileme gücü düz yazıyla kıyas kabul etmeyecek kadar kuvvetlidir. Bizim kültürümüz için destanlar, sagular, savlar şiirin kökleri üzerinde yeşermiştir. Bu sadece bize özgü bir durum değildir. Yunan edebiyatında İlyadave Odysessia destanları da şiir şeklinde yazılmıştır. Sümer, Mısır, Çin, Arap, Fars ve burada daha fazla saymanın okuyucuyu yoracağı onlarca uygarlık şiiri kendilerine kilometre taşı yapmışlar ve siyasi, idari, gündelik yaşamlarında şiirin etkisini hissetmişlerdir. Kendilerini derinden etkileyen, toplumun hafızasında yer edinmiş olayları şiirin çekiciliğiyle anlatmışlardır. Şiirin evrenselliği buradan gelir. Goethe bunu ‘Gitgide daha iyi anlıyorum ki şiir bütün insanlığın malıdır.’ sözleriyle anlatmıştır. Şiir hiç kimsenin hükümranlığı altında olmamakla birlikte bir şiir tüm dünyayı etkisi altına alabilir.

Şiirin bir tarihi belge niteliği taşımadığı yaygın bir kanıdır. Bu sadece modern tarihçilik ve modern sanat için geçerli olabilir. Yakın dönem tarihçiliğinde hamasi veya duygusal sözler değer taşımaz. Ama antik dönemler için bu durum biraz farklıdır. Antik dönemlerde şiir çoğunlukla tarihsel süreci gözler önüne sermiştir. Bunun en büyük kanıtı Sümer şiirleridir. Toplamı beş bin dizelik yirmi miti, toplamı üç bin dizelik dokuz destanı, toplamı on bin dizelik yüzden fazla ağıt ve ilahisi ile Sümer tarihi kendisi edebiyatından başka araştırma kaynağına ihtiyaç duymaz.Sümer tarihi için önemli bir olay olan Gutiler tarafından Sümer ülkesinin işgal edilmesini ‘Sümer ve Ur’un Yerle Bir Edilişine Ağıt’ adlı şiirden yola çıkarak öğreniyoruz.Aynı zamanda bu şiir İncil’deki Yeremya’nın Mersiyeleri kısmını biçim ve içerik olarak etkilemiştir. Ayrıca Grek kültüründe birçok tarihi olay şiirleştirilmiştir.

Destanların farklı coğrafyalarda birbirine paralel olması yine tarihçilik için önemlidir. Alp Er Tunga ile Şehname destanlarının birbiriyle olan uyumu bize bu destanların tamamıyla hayal ürünü olmadığını gösterir. Öte yandan Japon mitolojisindeki İzanami ile İzanagi'nin gölgeler ülkesinde yaşadıklarıyla Grek mitolojisindekiOrfeus ile Eurydice'nin yaşadıklarının hemen hemen aynı olması gerçekliğe dair bir anlam ifade etmez. Çünkü metinler birbirine çok benzese de aklın sınırlarını aştığından ciddiye alınamaz. Tarihi metinlerde uyguladığımız tenkit metotlarını sanat eserlerinde de uygulayarak doğruluğunu görebiliriz.

Şiirin önemini böyle somut şeylerle anlatmak estetik zevki gölgeleyecektir elbet. Ben bir edebiyat tutkunu olarak şiiri dar kalıplara hapsetmekten kaçınırım. Diğer sanat türlerine karşı adeta bir yargıca dönüşen ben şiir eleştirilerinde çok esnek davranırım. Şair duygularını şiire dönüştürürken bir roman yazarı kadar kontrollü olmak zorunda değildir. Ama şiiri metafizik bir kavram olarak göz önünde tutmak için bu yol denenmelidir.

Şiir ‘gelişme göstermiştir’ demek sanatın tanımına hakarettir. Sanatta gelişme ve ilerleme yoktur. Yenilik bile zayıf bir tabirdir. Çünkü sanat temiz duygularla yapılıyorsa mevcut durum göz ardı edilerek yapılır. O gün hangi şartların hakim olduğu sanatçıyı alakadar etmez.Ama çağa uymave yenilikleri yakalama konusunda çok esnek bir sanattır şiir. Kelimeler bazen düzen içerisinde bazen de düzensizlikleriyle mevcut düzeni yansıtmakta kullanılır. Yani gelişme gösterdiği kişiden kişiye göre değişir. Ama değişimi kimse tarafından yadırganamaz.


Şiir, ilk sanat akımı olan Hümanizm’de kendini öğüt veren bir bilge olarak göstermiştir. Öğüt vermek ve deneyimlerden ders alınmasını sağlamak sanatın çıkış noktasıdır.Dante’nin İlahi Komedya’sı zamanın İtalya’sının coğrafyasını ve sosyo-politik durumunu gözler önüne sererken idealleştirdiği insan tipini ortaya koymuştur. Bunu da cennete, arafa ve cehenneme koyduğu sanatçı ve politikacılarla ve onların baş karakterle kurdukları diyaloglarla yapmıştır. Hemen hemen aynı dönemde Balasagunlu Yusuf tarafından da ideal insan tipi Kutadgu Bilig’de anlatılmıştır. Öğütçü edebiyat, biçim özelliklerinden taviz vermeden insanları yönlendirmiştir. Aradan geçen yedi yüzyıl sonra öğütçü edebiyat yapan Ahmet Mithat Efendi (şiirde değil roman ve hikayede) biçim olarak kusurlu eserler vermiştir. Bu da bize sanatın tıpkı felsefe gibi gelişmeyip değişen kümülatif bir etkinlik olduğunu gösterir.

Hümanizm’den sonra aynı doğrultuda olan Klasizm’de yine ideal insan ve seçkin edebiyat devam etmiştir. Asıl değişim Fransız İhtilali ile doğan mücadeleci edebiyat ile olmuştur. Tüm dünyada acının damarlara kadar işlediği dönemde ortaya çıkan bu reaksiyoner edebiyat dünyadan etkilenmeyip dünyayı etkilemiştir. Tolstoy, Dostoyevski, Namık Kemal belki dünyayı değiştirmedi. Ama dünyayı değiştirenlere ilham vermiştir.

Şiirin bundan sonraki serüveni birbirine tepki olarak gelişmiş, giderek dallanıp budaklanmıştır. Orta Çağ'da bir sanat akımının yüz yıl kadar hakimiyetini sürdürdüğünü görüyorken günümüzde yeni akımlar katlanarak artmaktadır. Çünkü kitleler kültürlenip geliştikçe benzer sanat anlayışına değer veren insanlar kendilerinden önceki akımlara karşı tepkilerini rahatça ortaya koymuş, bunun sonucu olarak yeni akımlar meydana getirmişlerdir. Bununla beraber sanat, bilinç akışı, iç monolog gibi teknik gelişmelerle kendini yenileyip durmuştur.

Size şiirin toplumsal gelişmelerin temelinde bulunduğunu elimden geldiğince anlattım. Hiçbir toplum ya da medeniyet yoktur ki şiirin esrarlı dünyasına kendini kaptırmasın. Bizler, sanat düşkünleri, şiirin sahiplenici kolları arasında kendimizi tarihin sayfalarına katmaya çalışıyoruz.