Poor Things, yorumumu yazmak için biraz bekledim çünkü film bittiğinde çok fazla tatmin olmuştum ve bu ne kadar sürecek diye bakmak istedim. Tatminliğim tamı tamına bir gün sürdü.

Poor Things’i bir şeye benzetmek istesem kesinlikle Livaneli kitaplarına benzetirdim. Okuduktan sonra büyük bir şevkle -ben ne okudum ya- diyerek kitabı kapatırsın ardından ne okuduğunu detaylıca düşünüp analiz etmeye kalktığında elinde sadece popüler kültür ögelerinin birleşiminden oluşan yüzeysel bir anlatım kalır.


Film kesinlikle güzel bir film ama abartıldığı kadar güzel bir film değil. Çekim açıları, kurgusu, görsel efektleri, oyunculuklar, kostümler hepsi güzel bu yönlerine bakıldığında kötü demek çok zor ama bunların hepsi bir yana hikayenin senaryosu çok sönük ve yüzeysel kalıyor. Kadın Frankenstein fikrini çok sevdim ama bu iyi işlenememiş. Bella’nın kendini tanıma serüveni, dünyaya açılması, edebiyatla tanışması, duygularla hareket etmesi, kendine yeni fikirler katması bunlar etkileyici şekilde işlenebilmesi kolay konular. Tüm hayatın, disiplinlerin, sanatın temel konusu bu ama maalesef bu konular güzel yansıtılmamış.


İlk olarak İskenderiye sahnesine yorum yapmak istiyorum. Evet insanlar eşit şartlar altında yaşamıyor, dünyada sınıf farkları var. Zenginler sistemin yukarısında harika hayatlar yaşarken fakirler altta açlıktan ve susuzluktan ölüyor. Bunu nasıl anlatalım diyen herkesin on fikrinden biri bu sahneye benzer bir senaryo olurdu. Merdiven ve çöl metaforu kullanırdı bunun yanında açlıktan ölen bebeklerden bahsederdi. Hiç yaratıcı değil ve çok sığ madem bu kadar farklı kendine özgü bir dünya yarattınız bunu vermek istediğiniz mesajlarda niye kullanmıyorsunuz. Bella’nın edebiyatla tanışması da güzel bir detayken yine onu da bir dakikada anlattılar hemen geçtiler. İki buçuk saate yakın filminde bunlara fazladan beş dakikalık yer bulamamış Lantimos.

 

Ayrıca bu filme feminist damgasını kim yapıştırdı çok merak ediyorum. Bir deli kuyuya bir taş atmış kırk akıllı da çıkarmıyor. Feminizm hakkında bir satır okumamış insanlar bile feminizmin kadın eşitliğini savunan bir akım olduğunu bilir. Peki siz bu filmi izledikten sonra bu görüşü nereden çıkarttınız çok merak ediyorum. Film tam olarak kadın sömürüsünü anlatılıyor en sonunda da bu sömürüyü sürdürmeye devam etmeyi seçen bir kadının hikayesini izliyoruz.


İzole bir dünyada kendi bedeni hakkında bile söz sahibi olmayan Tanrı dediği babası kendini istismar edilebilecek düşünce yapısına sahip bunu sadece yapabilme potansiyelini taşımadığı için yapamıyor ve bu insanla yaşam süren bir kadın var. Hiçbir konuda söz hakkı olamayan bu kadın kendini istismar eden Duncan ile (kendi bu olayın farkında değil) gitmek istediğinde eline özgürlük hakkı veriliyor. Penceren dışarıyı seyretmesine izin verilmezken bir anda macera yaşamak için evi terk edebiliyor. Macera adı altında geçirdiği vakitlerde de yine istismarcısı Duncan ile beraber farklı bir tutsaklık hayatı yaşıyor. Dışarda geçirdiği zamanlardan ve edindiği deneyimlerden sonra iyi bir şeyler yapmak istiyor ve hayat kadınlığı yapmaya başlıyor. Bella’nın bu seçimini başta anlayabilirim ama görünürde burada da daha iyi bir dünya için sosyalizmi öğreniyor gibi gösteriliyor (tabii ki yine çok yüzeysel şekilde) ve yine bu öğrendiği bilgiler bir sonuca ulaşmıyor. Bella edindiği bilgilerin, deneyimlerin hiçbirini kullanmıyor. Godwin’in hastalığıyla beraber her şey iyice karışıyor zaten, Max iyi karakter gibi gösterilse bile aslında o da diğer kötülerden büyük bir farkı yok ve kadın kurtuluşa ermek için yine bir erkekle evleniyor. En son ortaya çıkarılan eski kocasıyla ilgili kısımlar çok sıkıştırılmıştı ve filmin temposunu düşürüyor.


Filmin son karesinde ise dünyayı daha yaşanabilir hale getirmek için isyan çıkaran karakterimiz Max ile evlenmiş, Godwin’in yolunda devam ederek kendi deyimiyle canavar olmayı kabul etmiş eski kocasını da hayvana dönüştürmüş. Feministliğin f harfinden bile bahsedemeyiz bu filmde.

 

Filmin etkileyiciliğine hiçbir sözüm yok. Seyir keyfi gerçekten üst seviyelerde fakat izleyip üstüne düşündükten sonra hiçbir tadı kalmıyor. Sadece izleyin ve filmi yorumlamayın önerisinde bulunabilirim. Oscar’dan ödül almayı gerçekten hak ediyor. Emma Stone çok güzel bir oyunculuk sergilemiş. Puan verirken çok zorlanacağım çünkü izlemesi çok keyif vermesine karşın zihnimde övgü kategorisinde yer almıyor. Her şeye rağmen insanlara öneririm ve üstüne konuşmaktan aşırı zevk alırım bu yüzden 10 üzerinden 8 veriyorum.