Sanırım iyi okumuş ama kötü yazmış biriyim. Bu tür olaylara girişimim de lise yıllarımın başından beri olmasa da lise yıllarıma dayanıyor. Öncesini de anlatabilirim ama konunun daha da uzamasını istemem. Şehrin en kötü okulunda okuyordum –aslında puanım iyi bir liseye yetiyordu ama babam yurt ve ücretsiz servis olsa da başka şehirde kendime yetemeyeceğimi ileri sürerek kazandığım okula kaydetmeyince mecburen bu okulda okumaya başladım- ve gitgide çevremdekilere benzemeye başlamıştım. Önce arka sırada kaynatmalar sonra arada bir okuldan kaçmalar falan derken kendimi okulun köşelerinde –büyük bir maharetmiş gibi- sigara içme nöbetlerinde buldum. Dersleri ne kadar boşluyor olsam da yine de sağdan soldan bakarak iyi notlar almayı başarıyordum. O günlerde biri şairlik yapacağımı söyleseydi hiç inanmazdım çünkü edebiyatla ilgili hiç bilgim yoktu. Biri bana ilk edebi romanı sorsa muhtemelen “Bana ne? Hangisiyse hangisi. Sonuçta derslerde bahsi geçen tüm romanlar edebi değil mi?” diye çıkışırdım. İtiraf etmem gerekirse şu anda şairlik yapmamı edebiyat bilgimin çok olmasına borçlu olduğunu söyleyemem ama ona birazdan geleceğim. Lisede bomboş iki sene geçirdikten sonra bir gece arkadaşlarla dışarıdayken üzerime gelen bir araç hayatımı değiştirdi. Şehir zaten küçük, her yer dağ bayırken bizim yaşlarda bir sürücü şehrin daracık sokaklarında son süratle araç kullanıyordu. Bir anda direksiyon hâkimiyetini kaybedip bizi çiğnedikten sonra kendisi de duvara çarptı. Arkadaşlarımın ikisini de o kazada kaybettim ve sürücü de orada can verdi. Ben ise uzun bir süre komada kaldıktan sonra ayaklarımı hissetmeyerek uyandım. Başlarda ayağa kalkacağımı umut ediyordum fakat zamanla ayağa kalkamayacağımı anladım ve içimi derin bir hüzün kapladı. Bilinçaltıma yerleşen kaza görüntüsü ve o kazada arkadaşlarımı kaybedip kazadan sağ kurtulan tek kişi olmam bana çok büyük bir depresyon, kaygı bozukluğu ve yoğun duygusallık verdi. Sadece annem ve babamla yaşıyordum. Onların arada gelip beni teselli etme çabaları birazcık rahatlatsa da sonradan bana acıdıklarını fark edince daha da dibe batıyordum. Zamanla onlar da beni kendi halimde bırakıp tarlaya gidip kendi meşguliyetlerine zaman ayırıyorlardı ve ben de elimde değnek ile veya sürüklenerek gidip ihtiyaçlarımı gideriyordum. Berbattım, sabahtan akşama kadar tek yaptığım film izlemekti. Okula gidesim gelmiyordu çünkü okula gidip gelebiliyorken de okuldan kopmuştum zaten. Beni uzun zamandır okulda görmeyen öğretmenlerim beni ziyaret etmeye ve mümkünse okula dönmeye ikna etmek için ziyaretime gelmişlerdi. Uzun bir süre konuştular ama nafileydi. Bu halimle yataktan zor kalkarken her gün okula kim gidecekti? İkna olmayacağımı anladıkları zaman tam gideceklerdi ki içlerinden biri araya girip şunları söyledi: “Tamam, okula gelmeyeceksen gelme ama en azından bak sana bir kitap seti aldım, bari kitap oku da iyi zaman geçir. Kitap okumanın film izlemekten daha güzel olduğunu anlayacaksın hem bunlar seni geliştirir aynı zamanda.” İçinden gelip hediye alması beni memnun ettiği için söylediklerini onaylayıp hediye için teşekkür ettim ve kitapları aldım sonra onlar giderken de başucuma bıraktım ama kalkabilseydim muhtemelen hiç görmeyeceğim bir yere koyardım onları ve kesinlikle bir cümle bile okumazdım. Bir noktadan sonra film izlemekten epey bunaldım. O zamanlar akıllı telefonlar yeni yeni çıktığı için ben de işçi emeklisi bir babanın çocuğu olduğum için akıllı telefonum yoktu. Doğal olarak sosyal medya ve oyunlara bağlanamıyordum. Sıkıntıdan sağa sola doğru bakarken öğretmenimin getirdiği kitaplar gözüme çarpıp durmaya başladı. Alayım mı almayayım mı diye düşünürken ellerimi kitaplara uzattım ve sırayla isimlere baktım ama hepsi aynıydı. Bir kitap serisiydi bu. Ben de kapağına bakıp kapağı en kötü olan kitabı açıp okumaya başladım. Bunu yapmamın sebebi de en kötü görünen bile hoşuma gitseydi diğerleri de hoşuma gider düşüncesiydi. Alıp okumaya başladım ve okudukça ilgimi çekmeye başladı. Oldukça sürükleyici polisiye bir kitaptı bu. Ona alışınca diğer kitaplara da baktım ve bir süre sonra fark ettim ki televizyonun kumandasını uzak bir yere fırlatmışım, sadece kitap okuyorum. Öğretmenimin getirdiği kitaplar bitince evde abimden kalan kitapları okumaya başladım. Önce yabancı polisiye romanlar sonra Türk edebiyatından topluma ışık olmuş geçmişten günümüze hep güncel kalan nice yazar tanımaya başladım. Roman ve hikâyelerden sonra da şiirlerle tanıştım. O zamanlarda bestelenen şiirleri sayesinde üç beş tane ustanın yazmış olduğu ve benim de duyup sevdiğim birkaç şiir vardı. Yalnız şiir bilgim bu kadardı daha doğrusu lisede laf olsun diye adından söz edilen iki üç şair daha duymuştum da ona da şair tanımak denmezdi. Birisinin adını duyunca onu ne kadar tanıyorsanız o kadar tanıyordum işte. Kitaplarla tanıştıktan sonra şiirleriyle gönüllerde taht kuran çoğu şairin şiirleriyle tanıştım ve o şiirler beni epey etkiledi. Okudukça bir daha okuyasım geliyordu. Onları okudukça benim de içime bir yazma hevesi geliyordu ve yazma çabalarına giriyordum ama ne kadar çok uğraştıysam da olmadı. Yazdıklarımın şiirlerle alakası yoktu ya da o büyük ustaların eserleriyle karşılaştırdığım için bana öyle geliyordu. Şiir bilgimi artırmak istedim ve bunu yapmak için de yine kitaplara sarıldım. Bir noktadan sonra şiir bilgimi epey artırdım. Neredeyse her şeye hâkim oldum ve bundan emin olunca elime bir kalem alıp bir şeyler yazmak istedim. Düşünüp durdum ama şiire dair bildiğim şeyleri kâğıda nasıl aktaracağımı bir türlü çözemiyordum. Ben de hemen aklıma gelen ilk cümleleri şu şekilde kâğıda aktardım:

“Yıkılmaz bir genç olduğumu sanırdım eskiden

Zayıflığımı gördüm

Gülen yüzünün ışığında

Ey güzel, kalbimi emanet ettim tek bakışına

Ne gömüp gittin ne karşılık verdin aşkıma.”

Bunları yazıp okuduktan sonra hemen kâğıdı yırtıp attım. Birkaç deneme daha yaptım ve onların da buna benzer şeyler olduğunu görünce bir daha şiir yazmamaya karar verdim.


               O günden yaklaşık yedi sene sonraydı. Ben okula tekrar başlayıp üniversiteye geçmiştim. Bu süreçte de şiir yazmayı bırakmamın ne kadar isabetli bir karar olduğunu kavradım çünkü ülkede her geçen gün edebiyat adına yeni bir vahşet çıkıyordu ortaya. Eskiden kaliteli olmayan eserleri yayınevleri bastırmazdı ama şu son dönemde özellikle sosyal medyanın revaçta olduğu bu süreçte herkes yayınevlerine kolayca ulaşabiliyordu ve parasını veren istisnasız herkesin kitabı –ne kadar kitap olabiliyorsa artık- bastırılmaya başlandı. Her yayınevi bunu yapmıyordu elbette ama yayınevi sayısı arttığı için ve bunlara ulaşmak epey kolaylaştığı için kitap ne kadar kötü olsa da o kitabı bastıracak bir yer illaki bulunuyordu. Durum böyle olunca her geçen gün yeni biri bir şekilde kitap diye bir şeyler sürüyordu piyasaya. Bu duruma ne kadar üzülsem de elimden bir şey gelmediği için çaresiz bir şekilde duruma yavaş yavaş alıştım. Sonra bir gün bir edebiyat sayfası açıp gerçekten hoşuma giden eski ustalardan alıntılar paylaştım. Bir süre sonra sayfam gelişti. Bir gün arkadaşlarla otururken tanımadığım biri –masadakilerden biri ortak arkadaşımızdı- gelip oturdu. Bir süre sonra konu edebiyata gelince o da kitap bastırmış olduğunu söyledi. Gerek sosyal medyayı çok iyi kullanabilmesi olsun gerek çevresinin desteği olsun bir şekilde bastırdığı kitap epey sattı. Bir anda ünlü şair diye anılmaya başlanmıştı. Bu kadar satmış olduğu için merak edip kitabını aldım ama kesinlikle tek bir şiirini bile beğenmedim. Bu kadar kötü yazılan şiirler nasıl bu kadar beğeniliyordu anlam veremiyordum. Dayanamayıp aradım ve bunu nasıl başardığını sordum. Kitabını beğenmediğimi de açık açık söyledim. Düşünceme saygı duyduğunu söyleyip yarın okulda konuşabileceğimizi ekledi sonra telefonu kapattı. Ertesi gün beni görünce yanıma gelip gayet hoşgörülü bir tavırla edebiyatla alakam olup olmadığını sordu ben de olduğunu belirttim ve sahibi olduğum edebiyat sayfasını gösterdim. Sayfayı görünce benim de ünlü bir şair olmam için her şeyin hazır olduğunu söyledi. Bunu duyunca epey şaşırdım çünkü ne yazdıklarıma bakmamı istemişti ne de daha önce yazıp yazmadığımı sormuştu aslında onun da yazdıkları ortadaydı da neyse. Şaşkınlığımı fark etmiş olacak ki şiir yazıp yazmamış olduğumu sordu ben de ona ilk yazma çabamdan bahsettim ve onu yaktıktan sonra hiç yazmadığımı hatta o yüzden sayfa açtığımı, edebiyat ilgimi böyle tatmin ettiğimi belirttim. Bir dörtlük yazmamı istedi ben de o an ilk denememde yazıp yaktığım cümleler aklıma gelince onları yazdım. Baktı, okudu ve kalemi eline alıp cümleleri başka bir kâğıda yeniden yazdı: 

“Yavuz bir genç olduğumu sanırdım eskiden

Zebun olduğumu gördüm

Gülen yüzünün ışığında

Ey güzel, kalbimi tevdi ettim tek bakışına

Ne tedfin edip gittin ne de karşılık verdin aşkıma.”

Bunu yaptıktan sonra da başlık kısmına Umay yazdı, böyle çok iyi olduğunu söyledi ve ekledi:

“Bak, önemli olan iyi yazmak değil. Başlığa mutlaka bir kadın ismi koyman gerek ama çok popüler yeni isimler yerine eski isimler veya Farsça gibi bir dilden isimler tercih et. Yazdıklarında eski kelimelere bolca yer ver. Bunlar insanların ilgisini çok çekiyor. Deneyelim mi?”

Denemeyi kabul ettim, yoldan yanımızdan geçen birkaç kişiye yazının iki halini de gösterdi. Herkesin cevabı aynıydı: “İlki zayıf ama ikincisi çok iyi.”

Bu durum beni epey şaşırttı çünkü ikisi de aynıydı sadece birkaç kelime değiştirildi ki onlar da aynı anlamdaydı. Şiire herhangi bir ölçü, kafiye veya anlam farklılığı gelmedi.

Etrafımızdakiler gidince tekrar lafa girdi: “Bak, bana samimi geldin. O yüzden bunları sana söylüyorum. Normalde kimseye söylemem. Şu aralar ünlenmek için ya çok iyi yazıp kendini iyi tanıtabilmen gerekiyor ya da böyle şiir başlığı ve eski kelimeler ile yazdıklarını sanki çok sanatlı bir şeymiş gibi göster. Bunları da mı yapamıyorsun? Sessiz sedasız bir şeyler yaz sonra da sayfanda paylaş kesinlikle epey bir ilgi uyandırırsın. İlla çok iyi yazmayı istiyorsan epey okursun, yazmayı denersin bir yerden sonra gelişirsin. O zamana kadar sayfan hâlâ popülerse çok iyi yerlere gelirsin ama sayfan popülerliğini kaybederse o zaman da kendi reklamını çok iyi yaptırman gerekir, yapamazsan da vefat ettikten sonra ünlenirsin.”

Ne diyeceğimi bilemeyecek duruma gelmiştim. Popüler şairlere bakınca bu şekilde yazanlardan epey kişi gördüm. Bunların bir kısmı gerçekten iyi yazıyor olsa da bir kısmı çok kötüydü ama yine de beğeniliyordu yani dediklerinin tamamı doğruydu. Reklamını yaptıracak parası olmayan veya kitabını bastıracak parayı bulamayan ne potansiyelli insanlar vardı da bir türlü gün yüzüne çıkmıyordu. Kitabı ücretsiz yayınlayacağını söyleyen bazı yayınevleri vardı elbette ama o zaman da yeteri kadar reklam yapılamadığı için kitap satılmıyordu ve sözleşmede bulunan bir maddeden dolayı kitap satılamayınca yazar, yayınevinin parasını ödemek zorunda kalıyordu. O an aklıma birkaç gün önce vefat eden yazdıklarını çok beğendiğim bir şair geldi. Yaşamı boyunca takipçi sayısı iki bin bile olmadı. Sattığı kitap sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu oysa bastırma sürecinde çevresinin desteğini esirgemeyeceğini ve gerekirse her birinin aynı kitaptan üç beş tane alacağına dair yalanlar söylediğinden emindim. Ben aslında kendi sayfamda onun yazdıklarına yer veriyordum ama yine de kimse kitabını almayı düşünmüyordu. Herkesin derdi ücretsiz imzalı kitap almaktı. Yaklaşık bir hafta önce evinde ölü bulundu. Olay haberlere çıkınca bir anda sosyal medyada artık kimsenin kullanamayacağı hesapta takipçi sayısı bir anda yüzbinleri buldu. Kitabın yayın haklarını hâlâ elinde bulunduran yayınevi, kitabı yeniden bastırdı ve satışa sundu. Bir anda ülkenin en tanınan şairlerinden oldu. Adına çeşitli hayran sayfaları açıldı. Bunları düşündükçe üzüldüm. Durum genel olarak böyleydi. İnsanlar özellikle tanıdıklarına veya kolay ulaşabildiği kişilere daha az saygı gösteriyordu ve onların bu tür konularda ilerlemesi için genel olarak destek olmuyordu. Bu sadece yazma konusunda geçerli değildi elbette mesela bir arkadaşımız şiir seslendiriyordu. İlk defa dinleyen herkes mest oluyordu hatta bu arkadaş ne zaman bir ortamda görülse herkes onun bir şeyler okumasını istiyordu ama nedense kimsenin aklına onu takip etmek, onun okuduğu şeyleri paylaşıp destek olmak gelmiyordu. Sayfaları bir türlü gelişmeyince bu arkadaş kötü okuduğunu düşünüp bütün hesaplarını kapattı. Bir daha da kendi başına kaldığı durumlar dışında şiir okumadı çünkü beğenildiği için değil de arkadaşlarının kendisine eğlence aradığını ve onunla dalga geçmek için şiir isteğinde bulunduğunu düşünüyordu. Hiçbir yerde okumama kararını uygulamaya koyunca yine kimse suçu kendinde aramadı. Bunun yerine o arkadaşa sesinin beğenildiği söyleniyor diye şımardığı iddia edildi. Bu arkadaşın durumuna çok üzüldüm. Bütün bunları düşününce hem kendim için hem de bu arkadaş için harekete geçme kararı aldım. Ben de henüz kötü de yazsam yazdıklarıyla ünlenen arkadaşın verdiği bilgiler ışığında yazmaya karar verdim. Yavaş yavaş sayfamda paylaşmaya başladım gerçekten beğeniliyordu. Sonra ilk kitabımı bastırdım ve epey sattı. Bu şekilde yazmaya devam ettim ve o gün bugündür ne yazarsam yazayım adıma açılmış hayran sayfalarında görüyorum. Kitaplarım hep en çok satılan kitaplar arasında yerini buluyor. O hâle geldim ki iyi geceler yazmam bile neredeyse bana özel bir söz gibi paylaşılacak vaziyette şu an. Ne yazarsam yazayım sadece altına ismimi yazmam yeterli oluyor. Şu an başladığım gibi mi yazıyorum yoksa yazdıklarımda gelişme var mı bilmiyorum. Umarım şu an yazdıklarım iyi yönde bir değişiklik yaşamıştır ve yazdıklarım birkaç kişinin bile olsa içinde bir şeyler uyandırıyordur. Üne kavuştuktan sonra şiir okuyan o arkadaşın reklamını elimden geldiğimce yaptım ve genel olarak popüler şiirler okutmaya çalışmıştım. O da bu şekilde yavaş yavaş gelişmişti. Bunca olayda çoğu şeyin bambaşka olmasını istesem de geçmişi ve toplumu bir türlü değiştiremiyordum sonunda ben de o toplumun bir parçası olmak zorunda kalmıştım. Bir ailem olmadığı için de arkamda sadece bastırmış olduğum kitapların kalacağının farkındayım. Bu yüzden ilk birkaç kitabın kötü olduğunu bilsem de sonrakilerin iyi olmuş olmasını diliyorum.