Hayatlarının neredeyse her anı karar vericilerin planladıkları gibi işliyordu. Sosyal yaşamları, sanatsal eğilimleri gibi birçok konuda hükmedenlerin kural ve dayatmalarına uymak zorundaydılar. Her bir yurttaş kumanda edilebilir bir aygıt gibiydi adeta. Yıllardır kendilerini yöneten Başkan’ın uzun yıllar süren görev süresinin temelinde de bu vardı. Birkaç konu haricinde kontrol edilmeyen alan yok gibiydi yurttaşların hayatlarında. Aklınıza gelebilecek her konu için bir düzenleme yapılmıştı.

  

   

Ülkedeki birçok şeyin geri dönülmesi ner deyse imkansız şekilde değiştiği talimatın verildiği gün kazançları iki dolar olan otuz kadar evsiz çocuk, sıkılmaları Başkan’ın pek de hoşuna gitmeyeceği; otobüslerle alana doldurulmuş yurttaşlara su ve sandviç dağıtmak için kan ter içerisinde bir sağa bir sola koşuşturuyordu. Miting alanının girişinde dağıtılan; üzerinde, Başkan’ın beyaz smokini ile elinde zeytin dalı tuttuğu fotoğrafının basıldığı siperli şapkalara rağmen yurttaşlar kürsüye bakmakta zorlanıyorlardı. Haziran güneşinin yakıcı sıcağını da hesaba katarsak mitinge gelmeye istekli olmayan yurttaşlar için kürsüden gelen ses, mahşer yerinde insanları cehennem kapısına gönderen Tanrı'nın hiddetli sesini andırıyordu. Güneşin salkım saçak parlaklığını arkasına alan Başkan, güçlü ve ram edici hitabeti ile tek komutla bütün alanı hücuma kaldırmaya hazırlanan bir komutan gibiydi. Hafta içi olmasına ve mesai saatlerine denk gelmesine rağmen alan hınca hınç doluydu. Devlet daireleri ve okullar başta olmak üzere birçok kuruma mitinge katılım göstermeleri hususunda talimat gönderilmişti. Neredeyse her sokaktan otobüs kaldırılmıştı. 


   

Başkan bütün azameti ile kürsüyü doldurmuş, ellerini bir orkestra şefi gibi kullanarak uçsuz bucaksız kalabalığa en yüksek perdeden nutuk çekiyordu. Kendi sesinden tahrik olan Başkan, dakikalar geçtikçe tonunu arttırarak konuşmasına devam ediyordu. Alnının ortasında biriken ter damlaları sıraları geldikçe sanki konuşulanlara şahitlik etmemek için kürsüye atıyorlardı kendilerini. Görev süresi boyunca yaşanan bütün gelişmeleri hepsi birer kahramanlık destanıymış gibi anlatırken eski yönetimleri yerden yere vuruyor, alternatifi olabilecek rakiplerini de çok ağır ithamlarla dert yanar gibi önündeki kalabalığa şikayet ediyordu. Cümlelerinin arasında yurttaşların başka bir siyasi arayışa girme cüretinde bulunmaları ihtimalini de düşünerek göz dağı vermeyi ihmal etmiyordu. Yaklaşık iki saat süren konuşmasının sonunda sağ elinin işaret parmağıyla havada bir daire çizerek “Herkes mutlu olmalı!” derken aslında iki saat boyunca ilmek ilmek hazırlığını yaptığı talimatını vermiş oldu. Bu cümle bir emir olarak telakki edilmeliydi. Alandaki herkes de bunun farkındaydı. Yardımcılarının ve yetkililerin kafalarında işaret fişeği gibi ani bir kıvılcım belirdi bu talimatın ardından: 

 

HERKES MUTLU OLMALI!

  

   

Emir ve temenni kavramları arasında kalmış, bir yere konumlanabilmesi pek de mümkün görünmeyen o meşhur cümleden sonra ülkenin tek gündemi bu oldu: HERKES MUTLU OLMALI!

Gazeteler, dergiler ve televizyonlar diğer bütün sorunları ve haberleri rafa kaldırmış, sadece bu konu ile ilgileniyorlardı. Yöneticilerin yegane amaçları Başkan’ın talimatını yerine getirmek olmuştu. Verilen bu görevi diğer bütün görevlerin üstünde görüp, bu talimatın yerine getirilmesi için insanüstü çaba sarfediyorlardı. Teknolojik ve biyolojik yöntemler de dahil birçok seçenek vardı masalarında. Mutsuz, huzursuz ve sorgulayan tek bir yurttaşın kalmaması için çok yoğun mesai harcıyorlardı. Hatta bu konu için bir bakanlık bile kurulmuştu. Yeni bakanlığın ismi Başkan tarafından ülkedeki bütün televizyon kanallarının verdiği canlı yayında açıklandı. Yeni bakanlığın ismi Psikolojik Rehabilitasyon Bakanlığı idi. 

  

   

Psikolojik Rehabilitasyon Bakanlığı göreve gelir gelmez birçok çalışma başlattı. Bu çalışmaların en önemlisi olarak görülen Pollyanna Yurttaş Projesi açıklandı. Bu projenin tüm yurttaşları mutlu etmesi için çok kapsamlı bir çalışma sürdürülüyordu. Bakanlık çalışanları gecesini gündüzüne katarak “Pollyanna Yurttaş Projesi” için canla başla çalışıyorlardı. Ülkenin her tarafına PYP(Pollyanna Yurttaş Projesi) merkezleri kuruldu. Her PYP merkezine onar kişilik uzman danışmanlar ve beşer kişilik de hizmetli kadrosu açıldı. Bu merkezlerde günün her saatinde yurttaşlara rehabilitasyon hizmeti veriliyor, yurttaşların ekonomik, sosyal ve çevresel şikayetleri tek tek dinlendikten sonra şikayetin konusuna göre belirlenen uzmanlar ikna odalarında beş seanslık görüşmeler yapıyorlardı. Bu beş seanslık ikna görüşmelerinden çıkan yurttaşlar tuzaklı üç testten geçerek ikna olup olmadıkları belirleniyordu. İkna olanlar, üzerinde Başkan’ın teşekkür ve iyi dileklerinin yazılı olduğu hediye paketleri ile evlerine uğurlanırken ikna edilemeyenler “Yaygın Anksiyete Bozukluğu” tanısı ile tedavi altına alınıyorlardı. Yaygın Anksiyete Bozukluğu hastalığının tedavisinde durumun ağırlığına göre belirlenmiş dozlarda antidepresan ilaçlar reçete ediliyordu. İlaç tedavisi alan yurttaşlar günlük olarak evlerinde muayene edilerek tedavinin seyri ile ilgili veriler toplanıyor, bu verilerin sonuçlarına göre ilaç dozlarında değişiklikler yapılıyordu.


   

Pollyanna Yurttaş Projesi kısa sürede çok iyi sonuçlar verdi. Ülkede mutsuz, huzursuz ve sorgulayan yurttaş sayısı yok denilecek kadar azalmıştı. Başkan ve yardımcıları her konuşmalarında bu projenin yararlarını dile getirerek kendilerine övgü alanları açıyorlardı. Fakat bu durum çok uzun sürmedi, her iyi şeyin bir sonu olduğu gibi bu durum da makus talihine yenik düşmüştü. Dünyanın yazılı olmayan yasası bunu gerektiriyordu. Birkaç yıl sonra ikna odalarından elinde hediye paketleri ile çıkan yurttaş sayısı azalırken, Yaygın Anksiyete Bozukluğu tanılı hasta sayısı artmaya başladı. Yurttaşların şikayetleri ile birlikte tedavinin yoğunluğu da artıyordu. Ülkedeki her on yurttaştan dördü antidepresan kullanıyordu. Ekonomik ve sosyal zorluklar arttıkça PYP merkezleri bu ağır tablonun altından kalkamayacak duruma gelmişti. PYP merkezleri ile ilgili söylentiler de artmaya başlayınca durumdan  şüphelenen yurttaşlar hükümetin bu projesine dahil olmamak için direnmeye başlamışlardı. Tedavi altındaki yurttaşlar ilaç kullanmayı bırakmışlardı. Kontrolden çıkan durumla baş edemeyeceğini anlayan bakanlık durumu Başkan’a bildirdi. 

  

   

Yurttaşlar mutsuzdu, üstelik ekonomik ve sosyal olarak ciddi manada sorunlar yaşanıyordu. Ülkedeki suç oranları, şikayetler, gösteri ve tepkisel eylemler gün geçtikçe artıyordu. Bir kaos ortamının oluşmaması için olağanüstü tedbirler alınıyordu. Durumun kendisi için kötü sonuçlar doğurmasından çekinen Başkan evine kapanıp günlerce çözüm yolları aradı. Günler uzadıkça Başkan’ın ruh halinde ciddi bozulmalar boy gösterdi. Uyku uyumakta zorlanıyor, kendi ailesi de dahil çevresindeki insanlara tahammülü azalıyordu. Doktorlarının yoğun ısrarları ile psikolojik destek almaya başlayan Başkan’a Prozak isimli antidepresan ilaç tedavisi başlatıldı. 

Tedavinin olumlu sonuçlar vermesi üzerine Başkan bir süre sonra normal yaşantısına devam edebilecek sıhhate kavuştu. Ve hemen asıl ilgilenmesi gereken konuya kafa yormaya başladı. Ülkesindeki sorunu bir an önce çözmesi gerekiyordu. Aksi halde her şeyin berbat olabileceğini biliyordu. Bir müddet düşündükten sonra kendisindeki olumlu etkiyi düşünen Başkan, o sihirli antidepresanın ülkesindeki soruna kökten bir çözüm getirebileceğine karar verdi. Yardımcılarını ve danışmanlarını acil olarak toplayıp “ÇOK GİZLİ” ibaresi ile şu emri verdi:


-Ülkenin bütün sularına PROZAK karıştırılacak!