Gördüğüm, sezinlediğim, içinde bulunarak tanıklık ettiğim her ne varsa ve benden farklıysa, zıtsa görmezlikten geldim.

Kimi zaman gereksiz olduğunu düşünerek

Kendimce öngörerek yaşanacak olayları ve ön yargıyla herkesin aynı olduğunu düşünerek

Hepsini aynı kefeye koydum ve yok ettim.

Süpürgeydim ben. Süpürge nasıl çekerse içine ve karanlığa gömerse istenmeyen her türlü şeyi, ben de çektikçe çektim ve bir toz torbası gibi düğümleyip salladım boşluğa. Süpürge bitince oh dedim, hafifledim, eh biraz da keyiflendim. Ben oh dedikçe bir süre sonra sinirlendim. Herkesi ve her şeyi sürekli süpürmek istiyordum. İnsanları, planları, benden farklı olanları, düşüncelerini dinlemek istemediklerimi, zaman kaybı olarak gördüklerimi... her şeyi süpürdükçe kısa bir zaman rahatlıyor, sonra yeniden bunalıyor, sıkılıyor ve "süpürülecek ne kadar çok şey var" diyordum. Sanki ben içime çekip boşluğa salladıkça her şeyi, kendimi çok işe yarar bir şey sanıp etrafıma baktıkça daha da çok toz görüyordum. Evet toz vardı, etrafımda olmasını istemediğim, içinden çıkıp da bir türlü temizlenemediğim bir sürü toz zerreciği belki de. Trafik ışıkları, yanlış metro çıkışları, silinmiş bir levha, çalışmayan sokak lambası; tüm bu hedefe doğru savruluş hikayesi çepeçevre sardıkça beni, daha da tozlanıyordum sanki. Ben de biraz sesi kapatmak, farklılıklar üzerinde kafa yormak, birine zaman ayırmak ya da bir şeyler paylaşmak yerine her şeyi toz olarak görüp, günden güne süpürüyordum. Ne çok çalışıyordum bir süpürge olarak. Süpürdükçe yalnızlaştığımı fark ettim, artık süpürecek hiçbir şey kalmadığında dedim, acaba fazla mı ileri gittim? Aklım boşluğa salladığım toz torbalarında takılı kaldı. Sonra bir gün süpürge olarak Yeni Dünya arayışına çıktım. Daha önce süpürge olarak böyle bir ortamda buluşmamıştım. Süpürge bu ya, huyumdan vazgeçemedim. İnsanlar kendini tanıttıkça, fikirlerini beyan ettikçe toz gibi görüyordum. Paslanmış bir farklı olma çabası, kırılmış bir vazo, sokaktan gelmiş ayakkabının altından saçılan toz gibi görüp süpürme isteğim daha da kabarıyordu. Yeni Dünya'da süpürge yasaktı. Yasak olduğunu sonradan anladım. Sonra sıra bana geldi, bir anda durmak zorunda kaldım. Süpürgeyim nihayetinde, iyi sayılırdım; tüm kötü alışkanlıklarımı bilerek ve bir süreliğine karanlığa gömerek gündelik meziyetlerimi, kim olduğumu anlattım. Meğer ne çok ses çıkarıyormuşum kendi kendime durmadan, anladım. Süpürgeyi misafirliğim boyunca kapatmak zorunda kaldım. Bu atmosferde tatlı bir zorundalık vardı; tozları almakta fevri olmamayı fark etmemi sağlayan.

Düşünmeden, duyarak, algılayarak ve hissettiklerini açıklayarak; yargılamadan kabul etmek zorunluydu bu yerde. Dahası kendimizdeki yansımaları görmeli ne hissettiğimizi, duygularımızı konuşmalıydık. Süpürge kapanmıştı artık, tozlarımı çekerek dönüşmüştüm; parlak beyaz bir boşluk bırakmıştım geriye. Parlak, beyaz, kalın, pek tabi yine sınırları olan tertemiz bir ‘Tuval’dim ben artık. Gürültü susmuş, kafam dinlenmişken bir sonraki seferi bekler oldum. Tuval renklendikçe coştum. "Aman hepsi aynı, bu da o tip insanlardan, herkes de böyle düşünmez mi zaten" dediğim herkes renk renk parlıyordu üzerimde. Kabul ettikçe farklılıkları gördüm. Meğer ne çok düşünüyormuşum da, her şeyi ben tozlandırmışım, anladım. Ön yargı bir toz bulutuymuş, onu da anladım.

Bir tuval olarak düşüncelerimde gezerken, bir önceki hayatımda fırlatıp attıklarımı hatırladım, nasıl renk verirlerdi düşündüm durdum. Günler ve haftalar geçtikçe, sabretmeyi öğrendikçe anladım. Tozların da hisleri olabilirdi pek tabi. Sabretmeyi, dinlemeyi kabul etmeyi öğrendikçe serbest çalıştım. Düşüncelerimin ya da olması gerekenlerin üzerine yoğunlaşmaya değil ‘duygu’ları bulmaya çabaladım. ‘Duygu’ları paylaştım. Ben serbest çalıştıkça renklendim, parladım ve rahatladım. Tuval olarak artık her macera ve deneyimi hemen adlandırmıyor, bendeki rengi ne olur acaba diye düşünüyor ve deneyimliyorum.