‘’Rengi bozuk bir gökyüzünün anlamsızlık

çağrıştırdığı zihinlere ithafen.’’

 

Burası fazla sessiz, kayıtlara böyle geçirilsin!

Var olan bütün gölgelerin içini boşaltıp

irin saça saça ilerleyen ve

en doğurgan yapısıyla üzerime

kayıtsızca dökülen bordo gül.

Titremek, yüksek gerilim unsuru içerirmiş

unutkanlığımı hoş görüp

tekrar

hatırlattığın için teşekkür ederim.

 

Ben çoğu zaman hatırlanmak isteyip

her defasında adsız bir silüet gibi kalıyorum.

Çirkin, şekilsiz ve kan kusturucu yüzümü,

takdim ediyorum huzurlarınıza.

İçime hatlı direkler dikiliyor, upuuzun!

Hızımla törpülüyorum tüm aşınmışlıkları

yani, onun getirdiklerini ve hepten götürdüklerini, hızımla!

Sonra,

ekmeği un ufak edip

kadını bir örs gibi ayaklar altına alana ve

içime direkler diken ellere küfürler ederek

aşıyorum kutsalımı.

Tanrının, bu tonda bir frekansla bağlantısı var mı?

 

Burası sessiz, kayda gerek yok, çok sessiz!

Sekiz yaşına kadar Tarkovski’yi ilah zannedip

babamı da koca bir çarmıhın göbeğinde unutarak

beceriksiz ruhumu, koşulsuzca bir şeylere inanmaya zorladım.

Sonra, her birinin adı Müzeyyen olan kadınlara denk düştüm.

Kedilerden, kaldırımlardan ve tavernalardan geçtim. (En çok da kendimden.)

Çok katlı yapılar arasında kaybolmadan önce,

küçük bir gecekondu mahallesi gördüm ve kalakaldım.

Hayatın realitesi yetmiyormuş gibi,

Bir de Turgenyev’i mahalleye muhtar yapacaklarmış.

Duyduğumda önüme iki tane kahvehane iskemlesi atıldı,

biri nihilistti.

Bu ne biçim dünya dedim böyle, bu ne biçim gökyüzü!

Bu fazla sessizlik, fazla Deus ex machina,

bir şey yapsın,

yapmadı.


On Haziran.