O günlerde, iyiden iyiye akıl sağlığımı yitirmeye başladığımı hissediyordum. İstanbul surları kadar sağlam dediğim prensiplerim gözlerimin önünde, aldıkları en ufak bir darbeyle un ufak oluyordu. Tüm değer yargılarım, denizi bulandıran ince taneli kumlar misali zihnimde iç içe geçiyor, durmaksızın karışıyor, berrak olan her şeyi bulamaca çeviriyordu.
Ben zaten hiç sevmezdim kumlu denizi. Ben zaten hiçbir şeyi sevmezdim.
Her gün, saatlerce keselediğim bedenimden istikrarlı bir biçimde gelmeye devam eden çürük kokusu çileden çıkmama sebep oluyordu. Artık tenim yaralarla doluydu.
Sana anlatamazdım. Benimle alay ederdin. Bir zamanlar güzel bir yüz, çekici bir vücut ve keskin bir akla sahip olduğumu söyler; sefaletimle eğlenirdin. Çok yüksekte olanların düşmesi acıtmaz her insanın canını. Kıskançlıktan doğan o hasetle kendilerinden daha zavallı bir hale gelen o üstün varlığa içten içe gülerler. Rahatlarlar. Bu dünyada insanlar güzel olan her şeye içten içe tiksinti duyarlar. Ulaşamayacakları her şeye derin bir düşmanlık beslerler. Sempatisine sahip olamadıklarımın acımasını, içinde kaybolduğum çöldeki tek bardak su olsa bile alıp içemezdim. Benden geriye kalan tek şey olan onurumu da kendi ellerimle toprağa gömemezdim.
Zaten ben hep biliyordum, farkındaydım; Tanrı şu an gökten düşse saniyeler önce önünde eğilen insanlar, ona büyük bir aşkla bağlı olduğunu söyleyenler ona ilk tekmeyi atanlar olacaktır. Ben zaten hiç anlaşamadım Tanrı’yla. Ben zaten kimseyle anlaşamadım.
Kafam karışık değil. Dikkatim dağınık değil. Karışık konuşmuyorum. Aslında istesen, sen beni çok önceden de anlardın. Bu hale gelmeden önce...
Sen beni hiç sevmedin. Aklım yerimde değilken bile anlayabiliyordum ben bunu. Beni bir eşya gibi taktığın kolundan, gururumu hedef alan en az yüreğin kadar pis dilinden, her parlak mücevhere kayan ruhsuz gözlerinden hep nefret ettim. Bana kafanı eğerek bakmadın hiç. Hep yukarıdaydın, üstten izledin. Bir kez bile eğilemedin. Sen beni hiç sevmedin.
Şimdi ise, içimde en ufak bir ağırlık bile hissetmiyorum. Sanki mumyalanmışım, iç organlarımla beraber anılarımı, hislerimi, beni ben yapan her şeyi de iyice deşip kuruyana kadar akıtmışlar gibi; bir et kemik yığınıyım. Söylenilen her şeye baş eğen, fondaki renklere karışmış yoldan geçen bir insanım. Kalbimi de çıkarmasalardı belki, daha farklı olabilirdim.
Sana anlatamazdım. Benimle alay ederdin. Ben zaten alay edilmekten hep korktum. Ben zaten her şeyden korktum.
Yine de, özür dilerim.
Sana, beni sevme şansını hiçbir zaman vermedim.