Radyo direklerini bilir misin? Köylere dikerler çoğunlukla. O narin yolların ve el değmemiş arazilerin ortasına. Çarpık bir görüntü oluşturur köyün yanında. Köylüler nefret ederler bu direklerden ama hiçbir zararları yoktur görüntülerinden başka. İşte bir sabah ben kendimi buldum bu radyo direklerinin yalnızlığında.


Bir köyün göğsüne dikilen radyo direği gibiydim senin yanında. Ne ağaç dallarıyla uyumluydu demirden iskeletim ne yılların eskittiği kıvrımlı yollarla. Gördüm ve anladım tezatlığımızı metrelerce yüksekten.


Kuşlar gelip konardı baharda demirden iskeletime. Şikayet ederlerdi benden. Uçtukları yolda duruyormuşum meğer. Gelip kızsalar da bana, en azından yalnız kalmazdım bahar aylarında. Sonra yaz gelirdi hiçbir kuş cesaret edemezdi üzerime konmaya, yakardı bedenim narin ayaklarını. Güz takip ederdi ardı sıra, yağmurlar çarpardı çıplak bedenime. Kimseler uğramazdı gene yanıma, ıslanırdım yağmurların altında. Soğurdu hava, kış gelirdi. Gene kimse olmazdı, kuşlar köşe bucak kaçardı benden, korkarlardı ayaklarını dondurmamdan. Böyle geçerdi senelerim yerin metrelerce yukarısında.


Ben de isterdim bir ağaç olmayı, gölgemde seni serinletmeyi. Salıncak kuracağın sağlam bir meşe olmayı. Belki kesilip elinde tutacağın bir defter olmayı. Çizgiler çektiğin kurşunlara kılıf olup elinde zarif bir kalem olmayı. Seni ısıtmak için cayır cayır yanan bir odun olmayı. Ama istemezdim demirden soğuk bir radyo direği olmayı.


Şu halime bak sevdiğim. Kuşlar geliyor, haber getiriyorlar senden. Buradan göremiyorum seni, çok yukarılara diktiler demirden bedenimi. Beni görüp ne kadar yukarıda, berbat ediyor köyün hâlesini diyormuşsun.


İnan ben yapmadım bunu. Nefret ediyorum bazen hayatımın bir selvi kadar narin ve doğal olmamasından. Uyumsuzum senin dünyana. Her gün inip çıktığın bayırlara, su doldurmaya gittiğin derelere, sana şarkılar söyleyen kuşlara. Uyumsuzum sana ve senden olan her şeye.


Bir fabrikadan çıktım ben, bundandır bu kadar işlev odaklı olmam. Bundandır benim için köyün hâlesini bozuyor demen. Deme öyle ne olursun, küçültme beni sözlerinde. Kaldıramıyorum artık bazı şeyleri, bakışları ve sözleri.


Belli haberin yok, çürüyorum günden güne, korozyon diyorlarmış adına. Geçen gün gelen mühendislerden duydum. Sökeceklermiş beni yakında. Benden bir tane daha dikeceklermiş köyün kenarına. Ne olur iyi davran ona olur mu? Acıtma canını.


Yeterince acıtacaklar onun da canını, önce eritecekler, sonra dövecekler istedikleri kıvama gelene kadar. Sonra sıkıştıracaklar kalıplara, tekrar ve tekrar ezecekler onu da. Bu kadar acıdan sonra biliyorum, kaldırılmıyor bazı şeyler. Ne olur iyi davranın ona. Kuşlara söyle, dinlerler seni, hayrandırlar sana. Şikâyet etmesinler ondan, çizmesinler demirden derisini pençeleriyle.


Bak, güneş doğuyor gene. Her sabah ilk ben görürüm günün gelişini. İnan senin kadar parlak değil. Senin kadar ısıtamıyor kalbimi. Gene ben görürüm güneşin son halini, senin kadar hüzünlü değil gidişi.


Geldiler bu sabah beni sökmeye, gene vuruyorlar bedenime. Titriyor her bir parçam. Eriteceklermiş beni, sonra tekrar tekrar dövecekler istedikleri şekle sokacaklar gene. Umuyorum bu sefer bu kadar çirkin bir şey olmam. Ne dersin belki saçına toka bile olabilirim. İnan bütün acılarım diner o an. Ama ne olur kaybetme beni, sana kavuştuktan sonra kaybedersem seni, bir daha olamam kendim gibi. Çıkartma beni ipek saçlarının arasından ne olur. Gidiyorum şimdi iskeletimdeki kuş çizikleri ve paslanmış demirden bedenimle.


Elveda...