Sevmek zorundayım; çiçek vermiş kaktüsü, akşam esintisinde burnuma gelen hanımeli kokusunu. Sevmek zorundayım; bahçede , kuru yaprakla eğlenen kedileri, çok yakın zamanda kel kalacak ağaçtaki hala yeşil yaprakları. Anlamıyorsunuz değil mi? Rağmen, sevmek zorundayım.

İzin vermeden, canımı yakan şeylerin varlığına... Onları pirincin içindeki taşları kenara ayırır gibi, itip elimin ucuyla. Geri kalanın çokluğuna sevinmeliyim. Hiç düşmemiş gibi koşmalı... Koca kışın ardından, ayağımı ilk suya sokuşum gibi sevinmeliyim, görünce yine/yeniden denizi.... Işığı sanki hep açık bırakmalıyım, içimdeki çocuk yolunu rahat bulsun diye. 

Ne çok kötülük var.... Bir çocuğun cansız bedeni, bir hayvanın zehirli son yemeği... Ölüm.

 Bir ölçüsü de yok kötülüğün. İşkencenin çeşitlerinin. Bazen birinin bağlandığı yegane umudu da elinden alabilirsin. Duramıyoruz çünkü.

Ah! Bir soluklansak...