Hayal gücü kısa bir yol olmaktan çok, a noktası ile b noktasını üst üste çivileyen sicimdir.


Bedenini saran karanlıkta sıcak, huzurlu ve güvende hissediyordu. Işıklar açılınca çıplak olduğunu gördü ve üşümeye başladı.


Birkaç saniye önce rüyasında hiç görmediği bir kadının yüzüne bakarken. Şimdi kılcal damarları çatlamış, koca kırmızı burnuyla, gözlüğü ve üniformasıyla bir gardiyanın yüzüne bakıyordu. Yakalanması kolay olmasa da saklandığı delikten uzuvlarını çekerlerken tepki veremeyecek kadar sakindi. Son huzurlu anını yaşadığını bilmek insanın kalbini yavaşlatıyor. Son damla petrolü topraktan çekmeye çalışan kuyu gibi, verdiğinden az alacağını bilmesine rağmen o son anı yaşamak için yavaşlamayı da bırakıp duruyor insan.


Kafasını duvarlara vura vura öyle hızlı çektiler ki karanlıktan. Bir şeyin kopma sesini andıran çığlıkla aydınlandı yüzü. Gardiyanın gözlüğünde yansımasını gördüğü şey bir anahtar olmasa, o hapishaneden kaçabileceğini düşündüren bir şey olmasa o an vazgeçecekti yaşamaktan.


Kendi karanlığında ona yaşam aşılayan su ile başladılar ilk işkenceye, direndi. Sonra gelecekte ne olacağı belirsiz yani açık yumruklarla dövdüler, direndi. Bir kayaya yavaşça damlayarak delip geçecek su gibi, göz bebeklerinden içeri sızdıkça aklını eriten ışığa karşı dayanamadı ve ikinci itirafı bir çığlık daha oldu.


Adını sordular üç kere, üç kere susup bekledi. Duyduğu şeyin beyninde yankı yapan o gürültünün ne olduğunu anlamaya çalışırken hiç tanımadığı o kadını hatırlatan bir kelimeyle irkildi ‘Mahir’.


Tam otuz yıl ne istedilerse onu yaptı Mahir. Ne istedilerse verdi, hücresinde hayatta kalabilmek için. Ama aklı hep o sıcak karanlıkta, o rüyaların gerçekten yumuşak olduğu yerdeydi. Görüntülerin keskin köşeleri vardır. Mahir otuzuncu doğum gününde annesinin cesedini görene kadar yavaş yavaş öğrendi bunu. Bir cenaze namazında ayakta bir anıt gibi duruyorken, artık Allah’ı dahi unutmuştu.