Invisible Man eseri Ralph Ellison tarafından yazılan ve ilk olarak 1952 yılında yayınlanan Afro-Amerikan edebiyatının en büyük romanlarından birisidir. Invisible Man eserindeki anlatıcı yirminci yüzyıl ABD’sinde hayatını sürdüren isimsiz siyahi genç bir erkektir. Romandaki bu baş kahramanın görünmezliği, bilinmezliği eser boyunca devam etmektedir. İlk olarak siyah bir insan olmasının anlamı ve bunun yanı sıra kişisel ve toplumsal yanılsamalarla karşılaşması eserde net bir şekilde yansıtılmaktadır. Romanda sosyal veya bunun yanı sıra ırksal olarak bir görünmezlik bizlere anlatılır fakat buna ek olarak Amerika’daki Afro-Amerika deneyimi de gösterilmektedir.


Romandaki ana karakter ırkçı olan kesimi terk edip başka yerlere gider fakat eserin sonunda bir karanlığa, bilinmezliğe çekilerek orada, 1369 lambayla aydınlattığı yerde, kendi kimliğini aramaya başlar.


Invisible Man’de dikkatleri çeken en önemli detaylardan birisi romandaki karakterlerin gerçekleri görmekten kaçınmalarıdır. Bunun yanı sıra karakterler gerçekten kaçarlarken ayrıca gerçekle yüzleşmeyi bilerek istemezler ve bu durumdan olabildiğince uzaklaşırlar. Romanda bir nevi karakterlerin kendi oluşturdukları ön yargılar yüzünden gerçekleri görememeleri de gözler önündedir. Yani, Invisible Man’de insanlara karşı bir önyargı ve bundan dolayı oluşan bir blindness vardır. Eserdeki birçok karakter topluluklar hakkındaki gerçekleri kabul etmeyi reddeder. Kurucunun heykeli betimlenirken gözlerinin boş olduğunu görürüz. Bu heykelin gözlerinin boş olması bizlere sömürülme durumunun zayıflaştırılmış olduğunu göstermektedir. Brother Jack ise takmış olduğu cam gözüyle bizlere eserde geçen ideolojilerle ilgili işaretler vermektedir. Ana karakteri görünmeyen bir adam olarak tanırız ve bunun en önemli nedenlerinden birisini eserin içerisinde anlatıcı kendisi açıklar. Dünyanın içerisinde kendi benliğini olması gerektiği gibi göremeyen kör insanlar vardır. Görünmezlik eserde blindness teması ile birliktedir. Blindness genel olarak romanda olumsuz bir anlamda gösterilir. Görünmezliğin ise ne getireceği belli değildir. Ana karakter okuyuculara görünmezdir ve bu yüzden de bir özgürlük duygusu içindedir. Anlatıcının büyükbabası da eserin içerisinde bizlere fiziki olarak görünmez fakat büyükbaba aracılığıyla bizlere görünür olmadan da başkalarına güç uygulayabileceğimizi gösterir.


Eserin ilk başlarında dikkatleri üzerine çeken bir nokta ise elektrik şirketinin kayıpların farkında olmasıdır. Fakat hiçbir şekilde bu kayıpların kaynağını bulamazlar. Eserin sonunda ise anlatıcı her ne kadar görünmezliğin güvenlik sağladığını düşünse de toplumla ve dünyayla yüzleşmeye karar verir. Romanın anlatıcısı aynı anda romanın ana karakteridir fakat eserde görünmez, belirsiz durmaktadır. Anlatıcının ismini bilmeyiz, ayrıca kardeşlikte verdiği isimler de belirsizdir.


Eserde önemli olan bir diğer şey ise karakterin görünmezliği herhangi bir fiziksel sorundan dolayı değil bir ırkçılık sorunu yüzündendir. Diğer insanlar uyurgezer gibidir. Benim fikirlerime göre anlatıcının görünmezliği hem bir avantaj hem de de bir dezavantajdır. Çünkü bir birey görünmez olduğunda kendi varlığından şüphe duyabilir. Eserde birçok şey görünmezlikten gelinir. Elektrik çalıntısı görünmez, ölen kişi ardından yapılan konuşma kardeşlik tarafından görmezlikten gelinir.


Eserin başlarında dövüş sırasında erkeklerin gözleri bağlıdır. Burada körlük kavramı fiziksel olarak da karşımıza çıkar. Dövüş edenler birbirlerini ve bunun yanı sıra beyaz seyircileri göremezler. Seyirciler arasındaki konuşma dilinde de bir ayrımcılık ve görünmezlik vardır. Bunların yanı sıra görünmezlik ve körlük kavramları; romanın anlatıcısını daima olarak daha da ileriye gitmesine neden olur. Anlatıcı, kendisi beyaz bir adam tarafından görülene kadar durmak istemez fakat kendisini gösterebilmesinin tek yolu olduğunun kendi kimliğini kabul etmesi gerektiğini fark eder.

Okuldan atıldıktan sonra Harlem’e giden anlatıcı belirli bir zaman sonra üniversiteye geri dönebileceğini düşünmektedir. Her ne kadar Harlem’de sürekli kafasındaki düşünceleri bastırmaya çalışsa da çevreden sürekli bir şekilde farklı boyutlarda görünmezlik etkileri yansıtılmaya başlar. 


Özet olarak bahsetmek gerekirse; Ralp Ellison bu eserinde bizlere ırkçılığın insanlar üzerindeki etkilerinden bahseder. Invisibility ve blindness terimleri ırkçılık konusunda iki tarafın da sahip olduğu özelliklerdir. Bir taraf kendilerini dünyaya kabul ettirebilmek adına kimlik kargaşası yaşarken diğer yandaki bireyler kaybolan insanları fark etmezler yani kör olurlar. Eserin içerisindeki anlatıcı bizlere aslında blindness ile savaşabilmenin en iyi yolunun kendi karakterini, benliğini kabul ettiğinde olduğunu gösterir. Ellison bir nevi bizlere blindness’ın her zaman var olacağını gösterir. Ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin bir şeyleri bilerek görmezden gelen insanlar olacaktır. Bu durumdan kurtulmanın yolu ise ilk olarak kimliğimizi kabul etmekten ve toplumla yüzleşme cesaretinden geçer.