Rastgele! Bu kelam üzerine bina edilebilir hayatımızdaki her şey. Zira bizler rastgele giriştiğimiz şeylerin rast gelmesini dileriz. Basit mantıkla beş saniye sonrasını bilmediğin bir düzende yapılan her işin sonucu meçhuldür. Başarabilecek misin, kabul edilecek misin yahut kabul edecek misin? Diploma ve sertifikalar senin olacak mı? Erişene kadar başarını hissedemediğin takdirler seni bulacak mı? Bu akşam bir anjiyo için bir ameliyat masasında mı olacaksın yoksa eş dost toplaşıp kusursuzca donatılmış bir çilingir sofrasında mı? İşte, baştan ayağa muğlak alayının sonucu. Ve biz bunlarla muhatap olma ihtimali olanlara rastgele deriz. Bunu rastgele mi söyleriz yoksa rastgelsin diye mi bilemiyorum. Zira belirsizliğin diğer ayağını da niyetlerimiz oluşturur. Niyet de bir garip olgudur işin esası. Tersine işleyen bir deprem gibidir. Çünkü artçı niyet, hakiki niyetten katbekat daha güçlüdür. Depremdeki döngünün tam tersi bir orantı vardır işte ve art niyet asla gerçek niyetin varlığından haberdar etmez sizi. Niyetler, temenniler, rağbetler, rekabetler, stres, kolestrol, hipertansiyon, diyabet, böbrek yetmezliği, KOAH ve daha bir çoğu işte bunlardır bizi belirsizliğe iten. Rastgele bir sıkıntının bize rastgelmesi ile rastlaşırız bunlarla ve biz her zamanki gibi “rastgele” deriz. Belli ki bu kelam da rastgele çıkıveriyor ağzımızdan. Ama öyle bir kara mizaha itiyor ki bizleri bu kelam, organ yetmezliğinden ölüm döşeğindekine de söyleniyor, taşa yosuna olta sallayan balıkçıya da. Rastgele! Nasıl rast gelirse öyle söyleniyor demek ki. O halde rastgele yazdığım bu satırların sonuna rast geldiğim şu anlarda şunu söylemek geliyor içimden; yanlışın var Orhan Veli bedava falan yaşamıyoruz rastgele yaşıyoruz, rastgele!