Araba Sevdası'na, yani Bihruz ile kafada kurma sanatına hoş geldiniz. Kendi kendinizi nasıl deli edersiniz? Platonik aşkın ne gibi vahim sonuçları vardır? Para var huzur yok deyiminin pratikteki karşılığı nedir? Uzaktan sevmenin zorlukları nelerdir? Sahiden de uzaktan sevmek aşkların en güzeli midir? Olamayacak bir hayalin peşinden gidilir mi? Tüm bunların cevapları ve daha fazlası Araba Sevdası'nda.




Kitapta ne okuyacağız? Radiohead-Creep'vari bir platonik aşkın, narsist Bihruz'u nasıl yıkık Bihruz haline getireceğini. Göreceğiz ki, dünya hassas kalpler için sahiden de cehennemmiş. Aslında 200 sayfalık kitapta aşk namına hiçbir aksiyon olmayacak. Ama sizin bir de aşkkolik Bihruz'un gözünden görmeniz lazım yaşananları. Ben size hiçbir şey olmuyor diyeceğim belki ama bu sırada Bihruz'un yüreğinde aşk fırtınaları kopuyor olacak. Gerçi eğer siz de Bihruz gibi uzaktan sevmelere alışkın iseniz durağanlık esnasında yürekte kopan fırtınalara aşinasınızdır. Siz yüksek doz aşktan beyin kanaması geçirecek gibi olursunuz, o sırada karşınızdaki kişinin adınızdan dahi haberi yoktur. Eeeee ne demişler Bihruzcuğum; but i'm a creep, i'm a weirdo...


Zaten aklı havada bir çocuk olup otoriter babasının ölümüyle iyice sapıtmış olan Bihruz, hayatını mirasyedilik ile sürdürmektedir. Dertsiz, tasasız, el bebek gül bebek büyütülmüş olan Bihruz, bedensel olarak yirmili yaşlarında olmasına rağmen duygusal manada taş çatlasın on yaşındadır. Canı sıkıldıkça para harcamak, A1 seviyesindeki Fransızcası ile çevresindekilere alafranga rolleri kesmek, annesini düzenli olarak benim oğlum niye böyle oldu diye kahırlandırmak, rahmetli babasını mezarında ters döndürmek Bihruz'un rafine zevklerinden yalnızca birkaç tanesidir. Konuşur durur ama boş konuşur Bihruz. Lüzumsuz konuşmaları ile de okuyucuyu kitaptan bezdirtir. Sayfalarca okursunuz, okursunuz, en sonunda 'Ne?' dersiniz. Sayfalardır anlattığı tek şey gezmeye çıkarken yaptığı kombinidir mesela. Bu arada A1 seviyesindeki Fransızcasından daha ibretlik bir şey varsa o da A1 seviyesindeki Türkçesidir. Ne idiği belirsiz, Türkçe cümlelerin arasına serpiştirilmiş Fransızca kelimelerden oluşan kendine has bir dille konuşur Bihruz. Konuşur konuşmasına da; konuşmak yerine düşünce gücü ile sinyal yollamaya çalışsa, muhtemelen daha rahat anlatırdı anlatmak istediklerini. Özetle bu çocuğun bildiği dil sayısı sıfırdır, ancak kendisini Fransızcaya fısıldayan adam olarak gördüğünden ya da görmek istediğinden dolayı hünerlerini sergilemekten asla kaçınmaz. Size de okurken Bihruz yerine utanmak düşer.


Miras katili Bihruz'un bir günü mütemadiyen gezip tozarak, çarşıya inip kıyafet alışverişi yaparak, şeftalili dondurmasını yiyip garson azarlayarak, vapura halktan insanlar tarafından imrenilerek bakılmak maksadıyla binip aslında hiç anlamadığı Fransızca gazeteyi okuyormuş gibi yaparak, günlük gezme tozma kotasını doldurunca da aşık olduğu landosu ile evinin yolunu tutarak geçmektedir. Ha gerçi bir de annesine ayıp olmasın diye günde yarım saat Fransızca çalışması vardır, hakkını yemeyelim şimdi.


Bahsettiğim landoya geri dönecek olursak; bizimki landoya aşık dedim ya hani, mecaz anlamda dedim sanmayın sakın. Çocuk gerçekten aşık landoya. Bir lando gördü mü anında libidosu yükseliyor. Sadece landolara karşı da değil, pahalı olan her şeye karşı böyle. Bildiğiniz objefili kıvamına gelmiş artık. Utanmasa landosuna sarılıp uyuyacak geceleri, öyle de vahim bir durum. E boşuna kitabın ismi Araba Sevdası değil ya...


Baharın gelip de gönül yaylarının gevşediği bir günde Bihruz, süslenip püslenip en güzel cicilerini giyinip Çamlıca'ya avel avel gezmeye çıkar. Bizimki gösteriş yapmazsa ölecek hastalığından muzdarip olduğu için, bu Çamlıca gezilerinin asıl maksadı gezmekten çok boy göstermektir aslında. Boy gösterirken bir yandan da çevreden gelip geçenleri inceler ki 'ayna ayna söyle bana' misali; civarda kendisinden daha yakışıklı, daha zengin biri var mı, varsa bilsin de ona göre önlemini alsın. Alacağı önlem de gidip yirmi çift ayakkabı sipariş etmek bu arada, pasif agresiflik yani. Neyse.


Söz konusu bahar günü Bihruz yine çevresine gerim gerim gerilerek bakınırken, ilk defa kendi landosundan başka bir lando dikkatini çeker. Zaten size landolar ile arasındaki cinsel gerilimden bahsetmiştim, görür görmez aşık olur bu landoya da. Haliyle kiminmiş bu lando diye de çok merak eder, kafasını kaldırıp şöyle bir bakar. Ve tam o anda Eros okunu atar, ok gelir Bihruz'un kalbinin tam ortasına şak diye saplanır. Arka fonda Only You şarkısı çalmaya başlar, slow motion olur dünya. Bihruz'un tabiri ile yirmili yaşlarında, insan olamayacak kadar meleksi güzellikte sarışın bir "blonde", landonun içindedir. İlk görüşte vuruldu bizim Bihruz. Artık siz buna ilk görüşte aşk mı dersiniz, ilk görüşte istila mi dersiniz, ne derseniz deyin. Ama sakın bana bu çocuk neye vuruldu; landoya mı, içindeki blonde'a mı diye sormayın. Orasını ben de bilmiyorum, halen gizemini korumaya devam ediyor.


Biz gelelim şu meleksi güzelliğe, yani Periveş'e. Kimdir bu kız, kimin nesidir? Periveş'i anlatmadan önce size Leyla ile Mecnun hikayesini hatırlatmamda fayda var. Hani padişah Leyla'yı görünce şaşar kalır, Mecnun'a "Uğruna deli divane olduğun kadın bu muydu, nesini beğendin, anlamadım." der de Mecnun "Ah sen onu bir de benim gözümden görsen padişahım." der ya, Bihruz'un Periveş'e olan ilgisi de aynı öyledir işte. Bihruz'a sorsan güzellik, endam, sevimlilik, zarafet, asalet... Ne ararsanız var bu kızda, adeta cennetten düşmüş bir melek. Üstüne üstlük landosunun kalitesinden anlaşıldığı üzere de kesinlikle varlıklı birisi. Asil de bir ailesi olmalı; oturuşundan, kalkışından, her halinden belli çünkü. Ancak ve lakin bu anlattıklarımın tamamı, gerçeklerin Bihruz'un hayal gücündeki yansıması.


Gel gelelim biz gerçeklere. Bihruz'un zannettiği Periveş ile asıl Periveş arasında hiçbir benzerlik yoktur aslında. Aslında Periveş, servet avcısı bir kadındır. E servet avcısı olduğuna göre varlıklı birisi olacak hali de yoktur herhalde. Asil birisi hiç değildir, tek derdi gününü gün etmektir. Bihruz'un tansiyonunu yükselten şu lando da Periveş'e ait değildir zaten. O gün başına talih kuşu konan Periveş'in şans eseri ucuza kiraladığı bir kiralık landodur.


İlk görüşte çarpılmadan sonra, Bihruz'un yüksek doz aşktan eli ayağına dolaşır ve Periveş ile başarısız bir muhabbet girişimi olur. Başarısız diyorum çünkü Periveş Bihruz'un yüzüne bile bakmadan onunla dalga geçecek, Çamlıca'yı Bihruz'a bir görüşürüz dahi demeden kiralık landosuna atlayarak terk edecektir. Bizim Bihruz da bu ani gidişe anlam veremeyecektir haliyle. Acaba neden Bihruz, gel ben sana açıklayayım. E şarkısı bile var hiç mi duymadın be adam: Onun arabası var güzel mi güzel, şoförü de var özel mi özel, bastı mı gaza gider mi gider, maalesef ruhu yok. Bunun için hiç mi hiç şansı yok.


Ruhu yok bu kızın Bihruz, ruhu yok. E senin de şansın yok belli, gel sen müptezel olmadan vazgeç bu sevdadan. Ama yok, akıllanmak için aşk kasırgalarında yolunu şaşırmış narin bir yaprağa dönecek illa bizimki. Fırtınanın ortasında dalgaların insafına terk edilmiş metruk bir tekne olacak illa. Bu teknenin kıyısı kim peki? E tabii ki blonde! Yıllardır bu kızı mı bekliyordun Bihruz diyeceğim ama o da haklı. Çocuğun işi gücü yok neticede, bir meşgale lazım ona da tabii. Bunca yıl hep cebinden harcamış, bari bu saatten sonra sol üst köşeden harcasın değil mi?


Periveş'in ani gidişinin ardından 'kirpi yavrusunu pamuğum diye severmiş' misali Bihruz da evrendeki her canlıyı Periveş'e aşık zannetmeye başlar. Hatta ve hatta Periveş'e aşık olan erkekler güruhunun başını da kendi arkadaşı Keşfi çekmektedir. Periveş'in Çamlıca'dan bir görüşürüz dahi demeden apar topar gidişi de Keşfi yüzündendir. Ne alaka? Alakaya maydanoz. Platonik aşık olduğunu kabullenemeyen Bihruz'un hüsnükuruntuları bunlar sadece. Yani bu saatten sonra Bihruz'un içinde günbegün büyüyen iki duygu vardır: Birisi Keşfi'ye karşı duyduğu kini, birisi de Periveş'e karşı çiçek gibi açan sevgisi.


Bizimki liseli aşık moduna girer, girer de çıkamaz. Durmadan aşk kitapları okur, şiirler yazar, gökyüzüne bakıp aşksal aforizmalar yapar; uçan kuşa bakar aklına Periveş gelir, akan suya bakar aklına Periveş gelir. Düşünür, düşünür... Ben ne yapsam da Periveş'i kendime bağlasam? Derin analiz ve araştırmalarından sonra, aklına gele gele bir aşk mektubu yazmak gelir. Bravo Bihruz ya. Oldu olacak kıza tırtıklı çıkma teklifi kartı verseydin bir de. Neyse, aşktan gözü kör oldu, muhakeme yeteneğini yitirdi herhalde gariban diyorum, devam ediyorum anlatmaya.


Günlerce uğraşa uğraşa öyle bir mektup yazar ki söz konusu mektup size gelse anında ağlayarak savcılığa şikayette bulunursunuz, öyle bir mektup. Kölen olmak istiyorum demesini mi ararsınız, aslında sen de bana aşıksın ama kendini naza çekiyorsun minvalindeki imalarını mı ararsınız, yüz kızartıcı ne ararsanız arayın işte. Üstelik tüm bunlar sanki yeterince utanç verici değillermiş gibi coşmaya devam eder ve rezil Fransızcasını da konuşturmak ister mektupta. E tabii A1 seviyedeki Fransızca da serenat yapmaya yetmeyince, alır eline Fransızca kitaplarını; bir o şiirden bir bu şiirden kırpa kırpa abuk sabuk bir yazı çıkartır ortaya. Mektubu baştan sona okumaya çalışınca kendisi bile yazdıklarından bir şey anlayamaz. Ancak ve lakin Fransızca bilen erkeklerin daha karizmatik olacağına dair bir yanılsamada olan Bihruz, bir cesaret, mektubu Periveş'e vermeye karar verir.


Periveş, elini uzatıp Bihruz'un elindeki mektubu almaya dahi tenezzül etmez. Bu sırada Bihruz, Periveş'e sapık gibi dadandığı için de yanındaki arkadaşı Bihruz'u geçiştirmek maksatlı olarak mektubu alır, Periveş'e verir. Ancak Bihruz Periveş'in güzelliği ile öyle bir kendinden geçmiştir ki Periveş'in 'Üf bir sen eksiktin Allah'ın belası ya git başımdan.' tarzındaki bakışlarının bile farkına varamaz. Biraz sonra da Periveş mektubu açmaya dahi tenezzül etmeden kiralık landosundan fırlatıp atacaktır zaten, tabi Bihruz bundan habersizdir. Burada Bihruz'a içim acımadı desem yalan olur aslında. Tamam, kabul edelim bizimki biraz lüzumsuz, mektubu desen sapık mektubu gibi ama Periveş de baya kalpsiz çıktı şimdi. Acır insan biraz yahu.


Durumu size anlattım, ama tüm bunlar olurken bizim Bihruz yine hayal alemindedir: Yok Periveş o gün bana nasıl da aşık aşık baktı, yok bana nasıl da naz yaptı, cilvelendi. Kusura bakma ama senin bu beyin yapısıyla cidden savcılığa verilmen lazım Bihruz. Üstüne gelmeyeyim yazıktır, günahtır diyorum ama sen de ben sustukça iyice sapıtıyorsun. Yahu kız senden iğreniyor, seni görünce o travmadan bu travmaya koşuyor, senin şu kafanda kurduğun şeylere bak. Ama yok, bizimki şimdiden kendine damatlık seçmeye başladı bile. Başladı başlamasına ama günler geçmesine rağmen Periveş ortalıklarda yoktur. Hal böyle olunca da başlar yine kafasında kurmaya. Yok bunlar kesin Keşfi ile yasak aşk yaşıyorlar, yok kesin mektupta yanlış bir şey yazdım da kız ona darıldı... Bizimkinin aklına asla Periveş'in hiç umurunda olmadığı ihtimali gelmez. Bu nasıl bir kendini beğenmişliktir, bu nasıl bir özsevgidir, vallahi pes!


Periveş'in kalbine yaptığı istiladan sonra Bihruz, adeta ikinci ergenliğini yaşamaya başlar. Başlar düşünmeye; seninle olamıyorsam ben bu hayatta neden varım, beni neden sevmedin, ben çirkin miyim, çirkinsem de güzelleşirim, ben seni çok sevdim sen bana neden böyle yaptın, sen yoksan ben de yokum, al kalbimi koy kalbinin üstüne, anneme anne diyesin... Tam depresyona girdi girecek derken bir de üstüne Keşfi ile karşılaşır, ooooh tam ballı kaymak. Şimdi bir parantez açalım, Keşfi canlısının psikolojik analizini yapmam lazım size. Dedik ya Suphi'nin tek hobisi aval aval gezip para harcamak diye, Keşfi'ninki de durduk yere abuk sabuk yalanlar söylemek. Ama insan yalan söylüyorsa mutlaka bir maksadı olmalı değil mi? İşte Keşfi'nin böyle bir motivasyona ihtiyacı yok. Durup dururken insanları kandırıyor ve bundan anlamsız bir zevk alıyor adam. Suphi'nin libidosunu landolar yükseltiyordu, bununkini de yalan söylemek yükseltiyor. Ayrı bir cins anlayacağınız.


Yalan makinesi Keşfi o gün Bihruz'u görünce dayanamaz, yapıştırır yalanı. Ayak üstü pat diye senin 'blonde' ölmüş der. Şok oldunuz değil mi neden böyle bir şey söyledi diye. Sebep yok işte, tamamen fantezi. Peki Bihruz ne alemde? Dünyası başına yıkıldı bizimkinin tabii ki. Fırtınanın ortasında dalgaların insafına terk edilmiş metruk teknesini balinalar yuttu.


Blonde'un yalan ölüm haberinden sonra Bihruz, tam anlamıyla hayattan soğur, depresyona girer. Kravat, ayakkabı, kıyafet alışverişlerinin yerini; Xanax, Prozac, Lustral alışverişi alır. Eskiden gezip tozunca keyfi yerine gelen Bihruz'un yeni hayatındaki tek keyfi, bir doz yerine iki doz aldığı antidepresanıdır. Mektupta yarım yamalak Fransızcası ile Periveş'e iltifat olarak 'sarışın güzel' manasında kullandığı 'siyeh çerde' tamlamasının asıl manasının 'esmer yağız erkek' olduğunu öğrenmesi ile de tamamen kendinden geçer.


Bihruz artık Periveş'in ölümünden yalnızca kendisini sorumlu tutmaktadır. Periveş; aşık olduğu erkeğin ağzından çıkan bu hakarete dayanamamış, en sonunda da hüznünden veba olup ölmüştür. Son nefesini de Bihruz'a duyduğu dayanılmaz aşk acısıyla vermiştir. Aşkkolik Bihruz, Periveş'in sözde ölümü hususunda o kadar çok kafasında kurmaya başlar ki, bir noktadan sonra durumdan hüzünle karışık bir zevk de duymaya başlar. Çünkü bu kara sevda hikayesi onu hüzünlü bir Fransız aşk romanındaymış gibi hissettirir, kendisini de bu romanın baş karakteri olarak hayal etmeye başlar. Yahu Bihruz, Allah aşkına sen kimsin de söylediğin bir söz Periveş'in ölümüne sebep olsun? Onu geçtim, Periveş'in sana aşık olduğunu nerden çıkardın be adam? Diyorum ya, deli etti işte kendisini. Bu saatten sonra Bihruz derhal Periveş'in mezarını bulmalı, sonra da ona ilk ve son aşkı olacağı hususunda bağlılık yemini etmelidir. Zaten bundan böyle gözü Periveş'ten başkasını görecek değildir ya.


Bihruz bir gün gezintisi esnasında, uzaktan kesinlikle Periveş olduğuna emin olduğu bir kadın görür, ancak ona yetişemeden kadın gözden kaybolur. Başta acaba serap mı görüyorum dediyse de biraz düşününce gördüğü kadının kesinlikle Periveş olduğuna karar verir. Başta Periveş'in hala yaşıyor olmasına anlık olarak sevindiyse de bir süre sonra Fransız romanlarına konu olabilecek destansı aşk hikayesinin boşa çıkması karşısında hayal kırıklığına uğrar. Kendisini yeniden değersiz ve sıradan hissetmeye başlayan Bihruz, Keşfi'den hesap sormaya gider. Keşfi de durur mu tabii yapıştırır ikinci yalanı. Periveş'in ailesini çok evvelden beridir tanıdığını, Periveş'in kendisine tıpa tıp benzeyen bir ablasının olduğunu, Bihruz'un gördüğü kadının da muhtemelen rahmetlinin ablası olduğunu söyler.


Derken bir gün yine yürüyüş esnasında Periveş'in sözde ablasıyla karşılaştığını zanneden Bihruz; (halbuki karşılaştığı kişi Periveş'in ta kendisidir.) Periveş'in mezarını Periveş'in sözde ablasına sorunca, kendisine kendi mezarı sorulan (umarım anlatabilmişimdir) Periveş patlatır kahkahayı tabii, bir güzel de dalga geçer Bihruz'la. Bihruz başta Keşfi'nin yalanlarını anlayamaz, Periveş durumu anlattıkça aklı başına gelir yavaş yavaş. Periveş'in aslında nasıl bir kadın olduğu konuşma tarzından, anlattıklarından bellidir. Tüm hayalleri boşa çıkmıştır Bihruz'un, darmadağın olur. Tüm bunların yanı sıra Periveş'ten sokak ağzıyla söylenmiş hakaretler işitmesi de cabası. Hayal aleminden çıkamayan Bihruz, bir süre afallar, dumur olur. Son olarak Periveş'te gördüğü şu güzel landonun hakikatini sorar; Periveş ise landonun kiralık olduğunu söyler. Landolar konusunda feci hassas olduğunu bildiğimiz Bihruz, bunu duyunca birden rüyasından uyanır.


Rüya diyorum çünkü kitaba konu olan bu sözde kara sevda lando ile başlamıştı, lando ile de bitecek. Bana sorarsanız bizimkinin en başından beri aşık olduğunu zannettiği kişi Periveş değildi zaten, hayalindeki siluetti. Hayalindeki siluet ise mal, mülk özentiliğinin bir insanda vücut bulmuş halinden başka bir şey değildi. Periveş'ten önce görüp beğendiği, dikkatini çeken şey esasen landoydu. Periveş'i Bihruz'un gözünde bir melek yapıp, beyninde hiç tanımadığı bir insan hakkındaki belirsiz detayları şekillendiren faktör de bu kiralık landoydu.


Kitapta her ne kadar abartılı halini okumuş olsak da, hepimiz zaman zaman Bihruz konumuna düşüyoruz bence. Hiç tanıdığımız birinin hayalimizdeki tiplemesine aşık olup o kişiye aşık olduk zannedebiliyoruz. Hatta kendimizi dramatik bir aşk hikayesinde gibi hayal etmeye başlıyoruz. Hayaller bitip gerçeklerle baş başa kaldığımızda ise, kimi suçlasak bilemiyoruz. Kendimizi mi, karşımızdakini mi?


Bihruz kafasında ideal partner olarak, aşık olup beraber olmak isteyeceği kişiden ziyade yanına yakışacak kişiyi çizmişti. Bihruz neyi sevip neyi sevmediğini dahi farkında değildi aslında, tek bildiği ve düşündüğü insanların onda neyi beğenip neyi beğenmeyeceği idi. Durum böyle olunca da kendisine öz pencereden değil, hep dış pencereden bakıyordu. Yani kendisinden ayrışmıştı.


Bihruz'un narsist ve paraya düşkün yapısının altında sevgi açlığı olan birisi vardı bence, kendini sevdirme yöntemi olarak da zenginliğini kullanıyordu. Çünkü zenginliği dışında sevilebilir bir yanı olmadığını düşünüyordu. Hayalinde kurduğu Periveş, tam anlamıyla ona uygun bir partnerdi. Kendisinde olmasını istediği tüm özellikleri hiç tanımadığı bir kadına yüklemişti; bu sayede hem kendi tamamlayıcısının hayalini kurmuştu, hem de ona aşık olmuştu. Periveş'in aslında kim olduğunu anladığında ise iş işten geçmişti, üstelik ortada bir suç ya da suçlu yoktu. Landonun kiralık olduğunu duymasıyla Bihruz'un kafasındaki meleksi Periveş ideası yok olmuş, yerini ise sıradan bir kadın almıştı. Anlamıştı ki bir aşk hikayesinden ibaret sandığı son birkaç ayı aslında hiçbir şeyden ibaretti. Vah garibim, kıyamam. Para var, huzur yok be Bihruz.


Yani demem o ki; siz siz olun platonik aşkınıza çok büyük anlamlar yüklemeyin, kendi kendinizi deli etmeyin.