Bir çift göze bir çift halka,

Aynı zamanda kıvır kıvır saçlarla,

Zamanı hatırlatıyor bana,

O bembeyaz tenli Reginald.

Yine uyuyamamış;

Küllüğü doldurup boşaltmış,

Dönüp durmuş yatakta.

Bir çift göze bir çift halka.


İlk defa, bir harabenin giriş kat penceresinden gördüm onu:

Bir elinde fırça, öteki elinde palet;

Sanki, ona ihanet

Eden saraylıyı bıçaklıyordu.

"Ne hallere düştü (önünde baş sıfatı bulunmayan) melek!"

Diye düşünmekten kendimi alamadım.

Bir değil, iki tane hale;

Değil başının üstünde,

Değil altın sarısı,

Kar beyaz teninin tam zıttı...

Asla beni görmeyecek gözleri,

Benden sakınıyor oğlanı.


İkinci görüşümde:

Uzun zamandır güneş görmemiş;

Gri-beyaz nükleer kar taneleriyle süslenmiş,

Bu saçma şehri, nereye

Bağladığını bilmediğim bir köprünün altında,

Elindeki küçük deftere

Bir şeyler çiziktiriyordu; arada,

Bana bakmaktan da

Çekinmiyordu asla.

Ah! zaman nasıl geçti anlamadım yine.

Defterden sayfayı yırtıp bana doğru

Gelmesi ve sayfayı elime tutuşturması bir oldu.



Bu, bir zamanlar kalabalık olan şehirde,

Azalıyoruz gittikçe.

Oğlanın kim olduğunu öğrenmem zor olmadı;

Sorup soruşturdum,

Bir isim söylendi,

Duyuldu bir bombanın tiz sesi...

Sonunda, mezarlığa düştü yolum;

Oradaydı, teni kadar temiz mezar taşı.