Geldiğimden bu yana yüzünü dönmemişti bana, gözleri inatla benden başka her yere bakmaya devam etmişti. Neden geldiğimi sordu, bilmiyordum.

Vedaya hazır olmadığımı görmesi için ya da onun vedasının ne kadar zor olduğunu görmek için... Ama yanılıyorsun, diyordum kendi kendime, yanılıyorsun Eflah. O ezip geçmekte mahir bir adam ki karşıma karınca bile getirse o da beni ezip geçecek. Yorulmadan.


"Reha," dedim. "Adını ben koydum sana. Kurtuluş demek."


O benim adımı unutmuş gibiydi. Kurtuluşu en çok arzulayan bendim oysa. Dokuz yılı aştı Reha, tek kapı açmadım senden başka. Sanıyordum ki sarılmak isteyip kimseyi bulamıyordu etrafında ama öyle değilmiş; onun kolları yokmuş.

Biz aynıyız, geziyordu dilimizde, ikimizi ayıran tek bir harf varmış. Veda ve vefa. O veda edecek kadar vefalı, ben vedayı son bilmeyecek kadar...


"Ben bir kuyuya düştüm Reha," dedim.


Geldiğimden beri ilk defa baktı bana. Karşımdaki kim, dedirtecek kadar kin doluydu gözleri. Bir kedi değil, dişini gösteren bir kurtla karşı karşıyaydım.


"Sen Yusuf değilsin, buradan sağ çıkamazsın."