Yine zihnimle varlığımın çeliştiği bir akşam, sıkışmışım, korkuyorum, yalnız hissediyorum, her şeyin geçiciliğinin bilincinde olmama rağmen egosal zihnimin tutunduğu acı yumağından kurtaramıyorum düşüncelerimi, düşüncelerim duygulara dönüşüyor, boğuluyorum, çok öfkeliyim. Haksızlığa uğramışlığın hayal kırıklığı ve kazandığımı sandığım ama kazanırken de kendimden çok şeyler verdiğim, yorgun düştüğüm bir savaşın tekrarının olması olasılığı düşüncesiyle doğan büyük bir korku var içimde. Gözlerimi kapadım, yoksa ben yine rüyada mıyım? Rüya nedir? Gerçek nedir? Bunların hangisi gerçek? Masmavi bir denizdeyim, deniz öyle temiz öyle berrak ki bastığım yerdeki taşları görebiliyorum. Su çok güzel, hava çok güzel, güneş ışınları suya yansıyor, parıl parıl parlıyor içinde olduğum deniz, ellerimle suyu tutmaya ve incelemeye çalışıyorum, içimde kocaman bir mutluluk var. Etrafta kimseyi göremiyorum ama bu kez yalnız değilim, rehberim var yanımda, o bir ışık, o büyük bir sevgi. Sahi, neredeyiz biz? Böyle bir denizi ilk defa görüyorum, burası evrende bir deniz, burası ışıklı deniz. Ben şaşkınlıkla suyun nasıl bu kadar mavi olduğunu düşünürken rehberim seslendi sevgi dolu heyecanlı sesiyle:

—Bak! Su tertemiz, diyor.

Bu ses bir genç kadın sesi, hissedebiliyorum rehberimi ama göremiyorum, o saf bir enerji, yoksa rehberim ben miyim? Bu benim ruhumun sesi mi? Emin olamıyorum. Sesini duyduğumda içime büyük bir sevgi doluyor, yalnız değilim diyorum, her şey çok güzel. Sonra suyun berraklığına ve ayağımın dibindeki taşlara odaklıyorum farkındalığımı, sonra da dalıyorum o tertemiz, masmavi güzel denize.

Arınıyorum…