Bir yaz akşamüstü, Olympos’un en güzel tanrıçalarından biri olan Rehinos, gül bahçesinde tek başına gezerken hem vakit öldürüyor, hem de kan kırmızısı olgun güllerin arasında gün içerisinde yalnız kalabildiği tek alanın tadını çıkarıyordu. Rehinos, uzun boylu, geniş omuzlu, teni Ra kokan, ince beline kadar uzanan esmer buğday renkli görkemli saçları, kocaman kahverengi badem gözleri, gözlerini adeta bir perde gibi süsleyen koyu, kıvrık ve uzun kirpikleri, onu kibirli gösteren sivri uzun kaşları, şekilli kan kırmızı dudakları ve tüm tanrılar aleminin hayranlık duyduğu hatta bütün Olympos’un kıskandığı muazzam uzun ince ellere sahip güzel bir tanrıçaydı. Çok duygusal ve hatta her küçük şeyi dramatize etmeye bayılan, en az Zeus kadar çapkınlıklarıyla ünlü bir tanrıçaydı Rehinos. Birlikte olduğu her tanrıyı kendine aşık eden, aşık ettikten sonra her birini yüzüstü bırakan kibirli ve acımasız bir tanrıçaydı da. Erkeklerle, dişiliğini kullanarak alay etmeye bayılırdı. Hiçbir zaman gerçekten aşık olup, kendinden vazgeçebileceğini düşünmüyordu. Ta ki yakışıklı Kerbios ile tanışana kadar. Rehinos gül bahçesinde dolaşırken bir yerde durdu ve daha önce gözüne hiç bu kadar güzel gözükmeyen devasa büyüklükte kırmızı uzun bir gül ile karşılaştı. Onu koklamak için dalından kavrayıp kendine doğru çekecekken, gülün sivri dikenleri parmaklarına battı. O anda acıdan ne yapacağını bilemez halde Rehinos sadece inledi. Ağlamaya başladı. O sırada devasa gülün arkasından bir silüet belirdi. Kerbios. Kerbios, uzun boylu, ince şekilli vücudu, dağınık kıvırcık saçları, kocaman siyah gözleri ve gözlerini süsleyen kalın şekilli kaşları, kemikli güçlü bir çenesi, yüzünde hep hüzünlü bir ifadesi olan ve Rehinos kadar güzel, uzun ince ellere sahip muhteşem bir tanrıydı. Alaycı bir sesle ‘’Galiba bu gül bahçesindeki en yalnız iki kişiyiz.’’ dedi ve Rehinos’un ellerini ellerinin arasına alarak kanayan parmaklarını dudaklarının arasına aldı. Kanı içti ve tanrı dudakları Rehinos’un parmaklarını hemen iyileştirdi. Kibirli ve şaşkın bir tavırla Rehinos, ellerini Kerbios’un ellerinden hızlıca çekti ve

‘’Galiba.Teşekkür ederim.’’ dedi.

Rehinos, ‘’Seni burada daha önce görmemiştim. Kimsin sen?.''

Kerbios, ’’Ben Zeus’un kuzeni Kerbios. Bu pis dünyaya geldiğim her gün için acı çekiyorum. Beni kurtaracak bir olağanüstülük yok. Dünyaya acı çekmek için gelmişim. Sen, bir savaşın sonunu bilsen, o savaşta, savaşmak ister misin? Hayır elbette. Benim hayatım da böyle. Bir gün, benden daha güçlü biri çıkıp gelecek ya da bir savaşta, bir barışta, bir kavgada ya da bir isyanda acımı dindirecek bir yerde öleceğim. Hepimiz öleceğiz. Fakat ne zaman, değil mi? Bu gerçeği bile bile tanrı ayrıcalıklarıyla yaşamamı bu pis dünyada sürdürmeye çalışmak her geçen gün bana acı veren aktivitelerden biri. Ben Kerbios, acı çekmek için dünyaya gelmiş bir tanrıyım. Peki ya sen? Sen kimsin?''

Rehinos, daha önce hiçbir erkeğe karşı duymadığı, beslemediği bir heyecan hissediyordu her yerinde. Hatta sözcükleri bile birbirine girmiş, ne söyleyeceğini unutmuştu. Birkaç saniye sonra tüm dişiliği ile

’’Ben Rehinos. Afrodit’in üvey kardeşi Rehinos. Aşk her zaman benimledir.’’ dedi. O anda gül bahçesindeki güllerin vermiş olduğu afrodizyak etkisi yaratan kokudan mı yoksa aralarında aniden doğan cinsel bir çekimden mi bilinmez, birbirlerinin olurlar. Rehinos birliktelikleri sırasında daha önce hiç deneyimlemediği bir zevk ve mutluluk içindedir. Kerbios ise, Rehinos’u mutlu etmekten haz duyar. O günden sonra birbirlerine aşık olurlar. Fakat bu gizli bir aşktır. Her gün doğuşunda tanrılar evi Olympos'ta diğer tanrı ve tanrıçalar ile apollon liri eşliğinde dans eder ve ambrosia ile nectar içerek sarhoş olup akşamüzeri aynı saatte gül bahçesinde buluşup birbirlerinin olurlar. Öyle bir aşk duyarlar ki birbirlerine, neredeyse her an, birbirlerini neden daha fazla sevemedikleri için acı çekerler. Bir gün yine aynı saatte, gül bahçesindeki birlikteliklerinden sonra, Kerbios,

‘’Bir gün, annem Carmillosa, en güzel yemeklerini pişirsin ve babam Loveinos, fırından en sıcak ve taze ekmeği alıp bizim için geitirsin. Aynı sofrada oturup ziyafet çekelim. Her gece kadehlerimizi sevgilim, Rehinos, sana kaldıralım istiyorum. Benim ol Rehinos,benim kadınım ol.’’

Rehinos o an mutluluktan uçacaktır fakat bir şey söylemez, sadece minnettarlığını sergilemek adına Kerbios'un dudaklarına tutkulu bir öpücük verip kibirli bir tavırla,

’’Fakat sevgilim, ben kimsenin olamam, özgür Rehinos’um ben’’ der. Bunu duyan Kerbios sinirle Rehinos’ u üzerinden atar ve

‘’Demek özgürsün ha? Sen kendini vazgeçilmez mi sanıyorsun? Sen beni gerçekten diğer birlikte olduğun tanrılara mı benzetiyorsun?‘’

Rehinos dehşet ve öfke ile

‘’Evet, ne farkın var ki senin, sen de benim için her şeyi göze alabilecek sıradan bir tanrısın. Sen kendini vazgeçilmez mi sanıyorsun Kerbios?’’

Kerbios büyük bir hayal kırıklığı ve yüzündeki küçümseyici ifade ile Rehinos’a şöyle bir bakar, sessizce oradan uzaklaşır.

Günler geçer, Rehinos her gün aynı saatte gül bahçesinde Kerbios’un gelmesini bekler fakat Kerbios gelmez. Zamanında Kerbios kendini Rehinos’a daha önce hiç kimseye açmadığı kadar açmış, güvenmiş ve adamıştır. Fakat Rehinos bunun farkında değildir. Kerbios’un

'Beni daha iyi tanısan, şimdi bu yaptığım şeylere şaşırırsın Rehinos.’’ sözlerini hiç ciddiye almamış, aslında ilk kez aşkı hissetmiş ve gardını indirmek istemediğinden hep umursamaz, güçlü ve kibirli davranmış Kerbios'a karşı.

Günler geçmiş, hatta aylar, Rehinos aşkından ölecekmiş, her akşamüzeri Kerbios’un arkasından yas tutmuş, tek başına gül bahçesinde dolaşıp ağlamış. Bir gece artık her şeyin kendine acı çektirmekten başka hiçbir şeye yaramadığına karar vermiş ve acısını unutmak için tanrılar evinde rastgele bir tanrı seçmiş kendisi için. İsmi Taboyyon. Tabayyon kısa boylu, belirgin iri vücut hatları olan, uzun dalgalı siyah saçlı çirkin bir tanrı imiş. Acısını dindirmek için Rehinos, Tabayyon’u gül bahçesine götürüp orada onunla birlikte olmuş. Tabayyon, Rehinos'a aşık olmuş. Onun için her şeyi yapabilir, yaşayabilir hatta ölebilirmiş bile. Rehinos’un sahip olmaktan haz duyduğu her şey Taboyyon'da mevcutmuş. Fakat Rehinos hiç mutlu değilmiş. Mutluymuş gibi yaparak, Taboyyon'a, zamanında Kerbios'a söylediği her bir cümleyi sanki onun için söylüyormuş gibi davranarak kendini kandırıyormuş.

Bir akşam Rehinos, Taboyyon’u gül bahçesinde uğurladıktan sonra, karanlıkta tek başına otururken, çıplak omzunda sıcak bir nefes ve ensesinden başlayıp omurgasına kadar takip eden sıcak bir dil...

Rehinos mutluydu. Kim olduğunu biliyordu. Bu yüzden hiçbir şey yapmadan o anın tadını çıkardı. Mutluluktan ağlamak üzereydi. Sonra bir ses, Rehinos'un kulağına yaklaşıp fısıldadı.

‘’Sen aşkını aldattın. Seni her gün onunla birlikte olurken izledim, böyle mi yas tutuyorsun, her akşam, burada, bu güllere nasıl bakıp koklayabiliyorsun? Sen aşkını aldattın. Bana sevgilim diyebiliyorken, nasıl başka bir bedende sıcaklığı, aşkı aradın? Sahtesin sen... Sahte... Seni, Atina'daki en iyi ressamlara çizdirip bir tablo yaptırdım. Ah, sevgilim yüzün. Sadece yüzünü görmem yetiyordu tüm bedenimin titremesine. Sana karşı zaafım var Rehinos. Her gece o tabloya bakıp kadehimi senin için kaldırdım. Sahtesin sen, aşkın da sen de, tıpkı bu dünyada var olan her şey kadar sahte.''

Rehinos'un gözleri dolmuş, boğazına bir bıçak saplanmıştı sanki. Konuşmak için zorla nefes alıyordu. Fakat Kerbios

’’Sus, sakın tek bir kelime bile etme. Beni de kendini de kurtar bu acıdan. Benim için yas tutma, beni sorma, bana gelme, beni sevme, beni yok et o aklından Rehinos. Yok ol, yok olalım, şimdi gidiyorum, sonsuza...''

Rehinos, Kerbios’u tekrar kaybetme fikrini göze alamazdı. Bir hışımla ona döndü ve ‘’Kerbios, aşkım! Ben seni çok sevdim ve..’’

Kerbios

’’Sus! Seni biliyorum Rehinos, aklını ve kalbini de öyle. İstediğim tek şey, hiç var olmamış gibi birbirimizi özgür bırakalım. Hoşça kal...''

Kerbios bir anda gözden kaybolur ve Rehinos gözleri yaşlar içinde dizlerinin üzerine çökerek ağıt yakarak ağlamaya başlar. Çığlıkları bütün Atina'yı sarar. Saatler sonra çaresiz ve gözü kara bir şekilde Rehinos ayağa güçlükle kalkar ve Kerbios ile ilk tanıştıkları görkemli zehirli dikenleri olan gülün yanına gider. Gülü sımsıkı tutar ve dalından koparır. Elleri kan ve yara içindedir Rehinos’un. Bunu umursamaz, gül bahçesinin ortasına uzanır ve iki elinin arasında o görkemli kırmızı gül, bedenini de gül ile aynı renge boyayan Rehinos’un kanı...

Zehri dudaklarının arasına alır, iyileştirecek bir Kerbios’u yoktur artık. Sessizce ölümü bekler ve son sözleri şöyle olur.’

’Ah Kerbios. Aşkım! Söylediğin gibi, acımı dindirecek bir aşkın ortasında ölüyorum ben de.‘’

Rehinos ölür ve kırmızı gül, Rehinos’un kanlı kırmızı bedeni ile bütünleşir. Rehinos bir gül ağacına dönüşür. Bu gül ağacı öyle muhteşemdir ki gören herkes hayran olur.


Bu gül bahçesindeki en güzel gül ağacı Rehinos’un dönüştüğü gül ağacı olmuş. Böylece bu gül bahçesi, aşkın, davetin, sessizliğin ve gizliliğin sembolü olmuştur.