rembetiko*

rembetiko veya diğer bir deyişle rebetiko, 19. yüzyılın ilk safhalarında bir isyan ve yakarış olarak, hayatın sillesini yemiş, dertleriyle adeta dans eden rebetlerden, yani toplumun dip ve kayıp kesimlerinden bir yangın gibi büyüyerek ortaya çıktı. ilk başlarda ne kadar hoş bulunmayan, estetikten uzak bir müzik türü olarak algılansa da ilerleyen süreçlerdeki tarihsel olayların etkisi, kurtuluş savaşı sonrasındaki mübadeleler, rumların anadolu’dan yunanistan’a dönüşünün yarattığı yeni kültürel dalgalanmayla kendine yeni bir kimlik kazanıp hem yunanistan hem de türkiye’de farklı bir üne kavuştu. yine de özündeki sertlikten, isyandan ve toplumun çok dışında oluşundan pek bir şey kaybetmedi. hiçbir yere tutunamayan bir ezgiydi rembetiko, çünkü yaşayarak -yani tutunamayarak- ses veriyorlardı ona. şahsi olarak bu türü ilk kez dinlemeye başladığım günlerden bu yana nostaljik şarkıların kendi içimde çıkardığı o yolculuktan farklı olarak direkt o tarihlere, o kederli karmaşanın içine sürüklendiğimi hissettim. costas ferris’in 1985 yapımı rembetiko filmi ve devamında keşfettikçe daha da derinlik kazanan rembetiko albümleri beni bir gün tesadüfen roza eskenazi ile tanıştırdı. 1890′lı yıllarda istanbul’da sefarad bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve sonrasında ailesiyle birlikte selanik’e göç eden roza’nın içinde yetiştiği o çoklu kültür ve müziğe, dans etmeye olan aşkının elbette bir karşılığı olacaktı. birinci ve ikinci dünya savaşlarının, yıkımların, acıların, ayrılıkların ve çaresiz aşkların ortasında oradan oraya sürüklenen yaşamını, tatlı ve kederli sesiyle rembetiko şarkılarında buluşturdu. hayatını ve eserlerini kısaca özetlemenin pek mümkün olmadığı roza eskenazi’nin ve saz arkadaşları agapios tomboulis (ayakta ud veya lavta çalıyor) dimitris semsis’in (solda keman çalıyor) bir illüstrasyonunu çizmek istedim. iyi ki yaşamış ve unutulmaya yüz tutmuş kimi yunanca, kimi ermenice, kimi türkçe şarkılara ses vermişler.