yeşil, mor, pembe.


Derler ki, birini ilk kez gördüğünüzde eğer çok heyecanlanıp, gerilirseniz bu karşınızdaki insanın sizin için doğru kişi olmadığının işaretidir. 

Ben eve gidiyormuşum gibi hissediyordum. 

Sakin, huzurlu, tanıyor ve biliyor olmanın getirdiği rahatlıkla yürüdüm tüm yolu.

‘Nereye’

Onca ağacın arasında hiçbir şey senden daha yeşil değildi. 

İçim dışıma akmadı belki ama çok fazla şey anlattım. Oturup seni izlemenin, seni duymanın, bir zamanlar başka bir ülkenin ucunda oluşuna inanmayarak sana şahit olmanın şaşkınlığını yaşadım bir süre. Gerçektin, yeşildin ve gülümsediğin bendim. 

Sen öngörülmezsin. Senin için her şey iki artı iki dört değil, üç de olabilir.

Çok fazla şey söyledin, çok azını duydum. Seni saatlerce kovalamayı ya da belki biraz öpmeyi düşünüp durdu kafamın içi. 

Benim adımı duyabileceğin hiçbir yer yok neredeyse, ben katyusha değilim. 

Sana beni unutma diyemem ama beni hatırla. 

Yüzüme vuran güneşi, masaya yerleştirdiğim elimi; gözlerimin nasıl baktığını, seni izlediğimi hatırla.

Gelmeyen komiyi, sahilde koşan mavi şapkalı küçük çocuğu, hatta gördüğümüz tüm kedileri. 

Ben bunları unutacağım ama saati nasıl taktığını, sağ gözünün altındaki yara izini, yanağına yakın çenendeki beni, kafandaki kırmızı noktayı, nasıl yürüdüğünü, ellerini nasıl kavuşturduğunu, sigarayı nasıl içtiğini, konuşurken gözlerini uzaklara diktiğini unutmayacağım.

Biraz daha istedim, gürleyen rüzgarın içinde öylece yürümeyi. 

Ben o trafik lambasının altında sen görünmeyene dek bekledim, biraz ufuğu, biraz da kafanı öne eğerek yürümeni izledim. Neyi aşıyordun orada? 

Neden sana seslenip sarılmadığımı, neden daha fazla konuşmadığımı düşünüp durdum. 

Ve geçip gittin öylece, sıcacık bir Nisan günü gibi.

Çok üşüdüm, bu kadar soğuk olduğunu fark etmemişim. 

Fotoğraflarda kalmadığımız için teşekkür ederim, tanıştığıma memnun oldum.