Bugün kocam intihar etti. Onu az önce buldum. Şimdi atölyedeyim, yirmi metrekarelik geniş bir alan. Boy boy kitaplıkların, tuvallerin ve şövalelerin yer aldığı bir hücre adeta. Ressamı kendine hapseden bir hücre. Kocama bakmadım. Bakabildiğim tek şey tablolarıma sıçrayan kan lekeleri. O kadar emek, o kadar düşünce şimdi bir hiç uğruna gitti. “Keşke biraz uzakta vursaydı kendini.” diye düşündüm. Bu beni kötü biri yapar mı? Kötü değilim, hiç olmadım.


Polis memurları gazetecileri uzakta tutmaya çalışırken adli tıp etrafın fotoğrafını çekiyor, örnek alıyor. Gözümü eserlerimden alıp kocama baktığımda ise koca bir hiç görüyorum. Kravatını bile doğru düzgün bağlayamadan ölmüş. Sırtüstü kanepeye uzanmış, altıpatları elinden düşürmüş. Son yaktığı sigara küllükte duruyor. Köşede sinmiş, ben bir sigara çıkarttım. Kırmızı rujlu dudaklarımın arasına koydum ve ateşledim. İlk dumanı kocama doğru üfledim. Onun şerefine nasıl olsa...  


Değişik bir sabah beni bekliyor. "Önce cenazesi adli tıptan gelecek. Sonra cenaze namazı olsa... Çoktan saat öğleni geçer. Bulabildiğimiz ilk şehir mezarlığına gömsek iyi olacak.” diye düşünürken bir tuhaflık hissettim. Kocam Müslüman değildi, niye böyle düşünmüştüm? Gevşemeye başladım, cenazeyle uğraşmayacağımdan biraz olsun mutluluk duydum. Sık gittiği kilisede bir anma töreni gerçekleşir. Bedenini yakar ve sonsuzluğa bırakırız.


Ellerimle gözlerimi sildim, yaş aktığından değil, gören en azından ‘’Bak işte, üzülüyor.’’ desin diye. “Neden intihar etmiş?” diye düşündüm sonra... Ama artık önemi yok, öldü. Elbette üzgünüm ama şu an tek derdim kana bulanmış eserlerim. Ölürken bunu neden düşünmedi? Belki de düşünecek vakti yoktu. 


Ek ışığı açmak gerekiyordu. Zor bela bulduğum ışıkları açtım, içerisi daha da aydınlandı. Eşimin cansız bedeni şimdi daha canlı, daha berraktı. Gerçi damarlarındaki tüm kan çekildiğinden rengi biraz soluktu. Ama bir önemi yok. Polislerden biri yanıma geldi; iri yarı, göbekli biri. Kimliğini gösterdi. ‘’İsmim Harun. Başkomiser Harun. Cinayet bürodan geliyorum, kaybınız için üzgünüm,’’ dedi. “Üzgün olmanı beklemiyorum,” demek istedim ama yuttum. ‘’Teşekkür ederim,’’ dedim sadece. ‘’Cinayet büro bu olayla neden ilgileniyor?’’ Onu gösterdi elindeki telsizle. ‘’Şüpheli gibi duruyor. Belki cinayettir, eşinizin intihar etme eylemi var mıydı? Yani hayatından mutlu muydu? Onu bu duruma zorlayan bir şey olmuş olabilir mi?"


"Elbette, o da sanatçıydı,” demek isterdim ama bu adamın bir şey anlamayacağından son derece emindim -belki de yanılıyorum-. ‘’Kendisi yaşamayı severdi,’’ dedim. Bunu neden dediğimi bilmiyorum, inanarak söylememiştim. ‘’Onu nasıl buldunuz?’’ diye sordu. Gözlerim garip şekilde komiserin elinde not defteri aradı. Filmlerde gördüğüm gibi not tutmasını bekledim. Ama yok, hayır, not tutmuyordu: ‘’Not tutmanız gerekmiyor mu?’’ 


Sorumu garipsedi. ‘’Neden gereksin?’’ Sustum, sorusunu yineledi. ‘’Geç saatlere kadar çalışırdı, atölyenin ışıklarını açık görünce yanına uğramak istedim. İçeriye girdiğimde onu kanepede sırtüstü yatarken gördüm. İki eli boşluğa düşmüş, yerde de silah duruyordu. Sonra eserlerimi gördüm ve polisi aradım. ‘’Eserler mi?’’ diye sordu aynı garipsemeyle. ‘’Emek verdiğim eserler, hepsi kana bulandı. Geçmez, zor. Kanın lekesi kolay kolay geçmez.’’ 


Deliymişim gibi suratıma baktı -belki de halen şokta olduğumu düşünüyor-. Ama değildim. "Anlıyorum," dedi. ‘’Şüphelendiğiniz biri var mı?’’ Yine sordum, bunun cinayet olduğuna nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz, diye. ‘’Emin değiliz hanımefendi, sorguluyoruz, çünkü intihar görünümü verilmiş olabilir. Kocanız ilaç kullanıyor muydu?’’ Yutkundu, tahriş olmuş yanağını kaşıdı. ‘’Kocanız depresyonda mıydı?’’ diye sormaya çalışıyordu aslında. Çekindiğinden, sadece, ilaç kullanıyor mu, diye sorabilmişti. ‘’Cenazeyi ne zaman alabilirim?’’ Tebessüm etti. ‘’Aceleniz mi var?’’ dedikten sonra elimdeki sigaraya baktı. Uzamış kül yere düştü. ‘’Siz iyi olduğunuza emin misiniz?’’ 


‘’Tablolarım kan içinde. Çıkmaz ki onlar, kan içindeler,’’ dedim sadece. Bunu kendime bilerek mi yapıyordum? Bu durum beni üzmüştü de ben üzülmemiş gibi mi davranıyordum? Sıkılmaya başladım, ter bastı. ‘’Cenazeyi ne zaman alacağım?’’ diye tekrarladım. ‘’Yarın sabah alabilirsiniz,’’ dedi ve kartını verdi. Hiç bakmadan alıp cebime koydum. ‘’Hadi beyler, toparlanıyoruz,’’ dedi memurlara. Elleri boş girdikleri odadan cansız bedenle dışarı çıktılar. Tek başlarına girdikleri yerden, biriyle daha çıktılar. Canlı veya cansız; biriyle daha çıktılar. 


Sigaramı küllüğe bastırarak söndürdüm. Bunun bir düş olmasını bekledim bir süre. Sonra gerçeğin farkına vardım; atölyeden hışımla çıktım, kapıyı kilitledim. Bahçenin ardındaki evimize gidip önce bir kahve hazırladım kendime, sonra banyoya geçtim. Üzerimdekileri teker teker çıkartıp doldurduğum küvetin içine girdim. Su ne fazla sıcak ne de çok soğuktu. Gözlerimi kapadım, düşlere dalmayı diledim.