"Ee Müslüm ile ne yaptın anlat çabuk." 

Onun ismini duyunca kalbi sancıdı Esra'nın. Gözlerinin önüne geldi Müslüm. Sahi ne çok özlemişti bu zaman zarfında onu. 

"Sorma Emine. Boğuluyorum düşündükçe, ne yapacağımı bilmiyorum. Onu yalnız bırakmak iyi bir fikir miydi emin değilim. Ben bile bu kadar üzülmüşken onun şu an neler yaşadığını tahmin bile edemiyorum. Ailesine ne kadar düşkündü biliyorsun. Bu kadar ani kaybetmek onları... Ne bileyim ben hala inanamıyorum. Sanki bir yerlerden çıkıp 'Oğlum ölmedik, şaka yaptık sana.' diyeceklermiş gibi hissediyorum." 

"Neden gitmedin ki yanına Esra? O istemedi diye kendi haline bırakmak tuhaf değil mi sence şu an? Zor bir dönem geçirmesi seni hiç endişelendirmiyor mu?" 

"Endişelendirmez olur mu Emine? Ölüyorum ben burada. Bilmiyormuş gibi konuşma lütfen." 

"O zaman destek ol ona. En zor zamanında yalnız bırakmak ne demek yahu, kafayı mı yedin sen?" 

Bir şeyler dank etmişti kafasına Esra'nın. Çay bile zor geçmişti boğazından -son bir hafta olduğu gibi-. Öbür gün apar topar kalktı yataktan, zaten gece gözüne bir damla uyku girmemişti... Emine ile konuştuktan sonra karar vermişti onu görmeye. Sevgilisine gidecekti bugün, Müslüm'üne... 

Düşünceleri arasında savrulmuş giderken gelen taksi önünde durmuştu. Ona yaklaştığı her dakika daha da bir heyecan kaplıyordu içini. Taze aşkların heyecanından değildi bu ama. Garip bir sancı dolanıyordu göğsünde. Evin önüne gelen taksiden indi. Hiçbir şey için hazır değildi. Belki beklediği gibi olmaz diye düşündü ama bunun sadece bir avuntu olduğunu biliyordu. Nihayet kendini hazır hissettiği sırada çıktı evin merdiveninden. Ne olacaksa olmalıydı artık, bu sessizlik insanı çıldırtırdı yoksa. Son basamağa da adımını attığında cesaretini toplayıp çalabilmişti kapıyı. 

Kapı açıldı sonra. Karşısındaki Müslüm değilmiş gibi geldi. Onun çocuksu neşesi gitmiş de yerine ruhsuz, durgun bir insan gelmişti sanki. Canından bezmişe benziyordu. Göz altları mosmor olmuştu. Dehşete düşmüştü Esra. Ne yapacağını bilemiyordu. Aniden içini kaplayan pis bir mide bulantısı sardı vücudunu. Müslüm'ün halinden dolayı değildi bu kusma isteği, kendisinden tiksindiği içindi. Onu bu halde nasıl bırakırdı ki? Kimin yüreği el verirdi buna? O git dedi diye gitmek... Onunla olduğu zaman mutlu olmayabilirdi belki ama mutsuzluğu da sevebilirdi. Boğazındaki yumru gittikçe büyüyordu ki gözünden akan bir damla yaş yanağını ıslatınca bu sıcaklık onu kendine getirdi.  

"Sen... Sen ne yaptın kendine böyle Müslüm?" hayretler içerisinde söylemişti bu kelimeleri. 

"Sana gelme demedim mi ben?" 

"Şu haline bak. Gelme diyorsun hala. Neden yaptın bunu kendine?" 

Daha fazla duramamıştı kapı eşiğinde. İçeri adımını atmasıyla yeni bir kahır nüksetti bedenine. Ev darmadağın olmuştu. Eski yeni tüm kıyafetler yere saçılmıştı. Duvarlarda kalem izleri vardı. Böcekler etrafta kol geziyordu, pislik içindeydi her yer. Artık tutamıyordu kendini. Ağlamak yetmiyordu o an sanki, bağırmak istiyordu Esra. 

"Nasıl iyi olabilirim söylesene. Annem babam öldü benim, hiçbir şey olmamış gibi nasıl yürürüm sokaklarda. Canım yanıyor benim Esra. Ağlayamıyorum artık ben. Hiçbir şey yapmak gelmiyor benim içimden. Sabah doğan güneş bana umut vermiyor artık. Gece her şey sarpa sarıyor sonra. Her gün annemin ölümünü görüyorum. Örtemiyorum gecenin üstünü. Rüya görmek istemiyorum ki ben. Sadece uyumak istiyorum. Yapamıyorum Esra." 

Ağlıyordu Esra. Bardaktan boşanırcasına gözyaşları dökülüyordu gözlerinden. Müslüm'e sarıldı. İçi acıdı bu sefer de. Müslüm aynısını hissetmedi ama. İçine huzur dolmuştu bir nebze de olsa. Çok uzun sürmedi.  

Akşam olunca fark etti Esra halindeki değişikliği. Mutfağın önünden geçerken Müslüm'ün sesini duymuştu. Biriyle konuşuyor gibiydi. Çok dikkat etmedi o sıra. Gece olunca Müslüm'ün kâbus diye bahsettiği şey bu muydu acaba diye düşündü Esra. Susmuyordu çünkü Müslüm.  

"Hayır anne ben yapmadım. Ben yapmadım yemin ederim. Ağlama anne ne olur. Anne sus lütfen sus lütfen bağırma sus..." 

Bayılacak gibi oldu Esra. Tek bir isteği vardı o an, yaptı da. Şimdi başlıyordu işte sancılı süreç. Esra'da sabır, Müslüm'de ömür bırakmayan o günler selam gönderiyordu gelecekten. O gün nasıl bitti hatırlamıyordu Esra. Öbür sabah zorla kaldırdı Müslüm'ü, Psikiyatra gideceklerdi.  

Her şey çok hızlı gelişiyordu. Müslüm'ün tedavisi sürüyor, Esra ile evlilik hayalleri kuruyorlardı. Esra'nın ailesi önüne engeller koymaya başlamıştı. 

"Neyiyle evleneceksin o delinin." ile başlayan engeller merdiveni dışarı yasağı ile devam etmişti. Ne zamana kadar sürecek böyle diye düşünüyordu Esra. Çok geçmeden evden ayrıldı. Ailesiyle de görüşmüyordu artık. Bu koca dünyada yapayalnız kalmışlardı şimdi. Yamyamlara karşı... Müslüm'ün zihinsel engelinin başladığını duyan akrabaları şimdiden miras paylaşımına girişmişlerdi. Esra'ya onunla parası için beraber olduğunu bile söylemişlerdi. Yedirmemişti Müslüm'ün hakkını Esra. Günler ayları bu şekilde kovaladı. Müslüm ilaçlarını bıraktı sonra. Mahallede adı çıkmıştı sonunda. Esra doktora gidip gelirken, markete giderken acıyan bakışları daima üzerinde hissediyordu, tüm fısıldaşmaları duyuyordu. Kavga gürültü büyümüştü. Ne Müslüm'de dayanacak güç kalmıştı ne de Esra'da. Her şey daha da kötüye gidiyordu ta ki o sabaha kadar. Tüm çiçeklere selam vererek uyandı o gün uykudan. Dağa taşa gülümsedi Esra. Parlak güneş saçlarını tarıyordu, yarısı da yerleri. Ayağını uzattığında gelen yansıma sevindirdi onu. Uykunun verdiği mahmurluk sebebiyle önünü biraz bulanık görüyordu. Yüzünü yıkamak için yerinden kalktığı sırada gözüne aynanın önünde duran kâğıt ilişti. Ne olduğuna bakmak için aynanın önüne geçti ve kâğıdı düz hale getirdi. Aniden hava karardı sonra, biraz zaman önce doğmuş gün kendini karanlığa bıraktı. Anlık gülümsemesi yüzünden çekilince güneş de kalmamıştı artık. Selam verdiği tüm çiçekler bir anda kaybolmuş, mutluluk dağlarından gelen kekik kokusu yok olmuştu. Okumaya başladı: 

 

"Uzun süredir olduğu gibi bugün de kendimden nefret ediyorum. Öncelikle şunu söylemem gerek, seni çok seviyorum. Seni bırakmak istemiyorum ama içimde bir boşluk var da her geçen gün büyüyor sanki. Kanser gibi yayılıyor vücuduma. Bana kızacaksın bunu da biliyorum ama kaldıramıyorum bir tanem. Neyi kaldıramıyorsun diye soracaksın bana. İnsanların düşüncesiz bakışlarını, hakkımda konuşmalarını bilmek çok koyuyor. Normal biriymiş gibi davranılmak, hor görülmemek benim en büyük hakkım değil miydi? Ben seninle konuşmak istiyorum, hâlimi görmeni, derdimi anlamanı istiyorum. Kendimi anlatamıyorum bile. Mantıklı düşünemiyorum, seni de çok üzüyorum. O hor gözleri her zaman üzerinde hissettiğini bilmediğimi mi sanıyorsun. Her şeyin farkındayım ama elimden hiçbir şey gelmiyor. Ne zamana kadar sen bakacaksın ki bana. Bebek gibi hissediyorum kendimi artık. Dışarı çıksam iğrenç bakışlar altında eziliyorum, evde de duramıyorum. Üzerime yıkılıyor duvarlar, kaldıramıyorum. Bu yüzden kaybettiğim işim geliyor aklıma sonra. Patronun hâlimi fark ettiğini, işime bu yüzden son verdiğini de biliyorum. Çocuklaşıyorum çoğu zaman, acıyorsun bana artık muhtemelen şimdi biraz olsun düşününce fark ediyorum. Kendimi sana her zaman böyle açabilmeyi, içimde tutmamayı çok isterdim ama o cesareti hiç bulamadım kendimde. Ama artık gidiyorum canımın içi. Bugün seni bu eziyetten kurtarıyorum. Annem beni bekliyormuş, öyle söyledi. Canım da yanmayacakmış hiç. Orada kimse bana tuhaf bakışlar atmayacakmış, kimse arkamdan konuşmayacakmış. Elimden tutacak meleği şimdiden görüyorum. Seni çok özleyeceğim güzelim. Pes ediyorum bugün. Dayanamıyorum..."


-Müslüm

 

Gözyaşları ile ıslanmış kâğıt yere düştü. İki el kadının boğazına sarıldı. Nefes alamadı, ayağa kalkamadı, hiçbir yere bakamadı. Bir siren sesi doldurdu kulaklarını.  

Ayağının altındaki sandalye çekildi adamın. Ölüm ninnisi dudaklarına takıldı, Azrail’i ile baş başa kaldı.