Ağlamak hep zayıflıkmış gibi gösterildi hepimize. Üzülmek, kırılmak, kızmak ya da herhangi bir duygu kırıntısını yüzümüze yansıtmak... 

 

Denildi ki eğer ağlarsan güçsüz görünürsün, zayıf noktanı bilirler ve bunu kullanırlar. Nitekim dedikleri doğruydu. Hepimiz acı hatıralarla görüp test ettik bunu. Ama duygularımızı saklamak ilk başta sadece saklamaktan ibaretti. Duygularımızı gizliyorduk. Ama yine içimizde bir yerlerde bizimlelerdi. Kimse yokken, bazen gizli bir odada ya da gece yatağımızın altında... Kimse bizi zayıf bilmesin, bizi kırmasın diye sakladıklarımız küçük bir topken kocaman bir dağ oldu. Kimse bizi kırmasın derken biz kendimizi kırdık. Sonra böyle olmak bizi öyle yordu ki kendimize kırıldık. Artık yalnızken bile tek bir duygu kırıntısı canlanmıyordu gözümüzde. Bu durumu fark ettiğimiz an düzeltmeye çalıştık. Ama artık çok geçti. 

 

İstesek bile mutsuzken gözyaşı dökemiyor, en yakınımız ölse bile oturup ağlayamıyorduk. Bu durum bu duyguları hissetmediğimizden değildi. Aslında içimize attığımız için bizi paramparça ediyordu. Sonra etrafımıza baktığımızda herkesin böyle olduğunu gördük. Hepimiz birer birer robot olmuştuk. Kimsenin kimseden bir farkı yoktu. Birbirinin aynını tekrar eden hayatlar vardı. Robotlaşmış hayatlar...