Emniyet kemerini takmam gerekiyordu. Beden derslerinde takla atamayan ben, taklacı güvercin gibi fırladım camdan. Hareket edemiyorum. Hangi ara geldi bu kadar insan? Açılsanız keşke nefes alamıyorum. Nerede bu hayatım? Hani film şeridi gibi geçecekti gözümün önünden? Son olarak neyi düşünsem acaba? Ali amcanın bahçesinden çaldığımız karpuzlar mı? Yok yok bu olamaz. Kapısını çalıp kaçtığımız komşular da değil. Lisedeyken arabasının tamponunu indirdiğimiz zombiye benzeyen fizikçi, sen neden geliyorsun aklıma? Buldum, ilk aşkım hatta son aşkım olan sevdiğim kızı düşüneyim, ölmeden.

Hiçbirini de düşünemedim. Hep bahsettiğiniz o meşhur beyaz ışık, o an göründü. Şimdi biraz yükseldim ben ve tepeden bakıyorum kendime. İki seksen uzanmış derler ya o şekildeyim. Etrafım kan gölü olmuş. Mucurlar arasından süzülüyor, kanım. Kan kaybından ölmüş olabilirim. Keşke otopsi yapsalar. Karşımda çok kötü bir manzara var, şu an.

Faruk amca, keşke duysan sesimi. Çıktım, izliyorum sizi daha fazla sarsma, lütfen. Adam resmen ölüyü diriltecek. Ben ömrümde böyle tokat yememiştim, yavaş be Faruk amca! Dirilsem şu an emin ol yaşına başına bakmadan dalardım sana. Bir de kontrol ediyor, çıktım mı diye kulağını dayamış ağzıma. Sol bileğime bakacaktın, yanlış mı biliyorum?

Kanlar içinde kalmış cansız bedenimi, ite kalka eve getirdiler. Yatağıma uzandım ve herkes odadan çıktı. Sırtüstü yatırdılar beni ve ben yüzüstü yastığa gömülmeden yatmam. Hiç olmazsa son anlarımda rahatça dinleneyim. Kapı sesi kesilse dinlenirdim de bitmedi. Sürekli gelenler var. Odamın camlarından evin girişini görüyorum. Etrafı bahçe olan tek katlı bir ev olduğu için her cam dibine insanların ulaşabilmesi mümkün. Dışarıda da kalabalık var. Hiç tanımadığım bir sürü insan. Ölümümü bu şekilde sevinçle, gözyaşıyla kutlayacaklarını bilsem bugünü bekler miydim?

İçerideki bağrışma seslerine diyecek bir şey bulamadım. Ölmemi isteyen ne kadar çok insan varmış. Faruk amca da camdan izliyor beni, eseriyle gurur duyuyordur bence. Otopsi yapılsa hapse girecek belki de. Biz Faruk amca ile kesişirken kapı açılıyor. Üzerime çullanıyorlar ne kadar akrabam varsa.

Şakire abla, ayağımdan ne istiyorsun? Ölmeden gömecek akrabalarım, ölmemi beklemiş. Ölüye işkence suç mu? Dava edeceğim hepinizi ama işkence suç sayılmıyor ki ölüye yapılan işkence suç olsun. Duymuyor kimse beni bu hâlde bile tweet attım. Keşke vasiyet yazsaydım. "Mezar taşıma Twitter kuşundan yaptırılsın." Umarım on altı takipçim bunu düşünür.

Daha çok ölmem için çabalayan akrabalarım devam ederken içeriye birisi giriyor. Tanıyorum, bu İmam Tahsin, emekli olmuştu. Altmışını devirmiş, uzun ve beyaz sakallı, göbekli, başında takkesi olan hoca, yavaş adımlarla giriyor. Bir şeyler söylemeye başladı. Söylediklerini ben anlayamıyorum. Hızlı konuşan birisi, harfleri ve hatta kelimeleri bile yuttuğunu bilirim bu adamın. Göbek de o yüzden var. Sesini yükselterek "Ayıp haa!" dediğini anladığım an herkes bıraktı beni. Kahramanım Tahsin amcaya buradan selamlar. O da duymadı, beni. Herkes ellerini açtı, şükür ediyorlar galiba benden kurtuldukları için.

Kahramanım Tahsin amca, onun yardımcısı imam hatip mezunu Marangoz Hüseyin ağabey ve ben baş başa kaldık. Bir tahtanın üzerine yatırdılar cansız bedenimi. Yıkamaya başlayacaklar ama kaynar su ile yapacaklar. Buradan içim bir kötü oldu bakamayacağım ben zaten kendimi ömrümde böyle görmemiştim. Neyse ki bitti ama o son hareketini unutmam Tahsin amca. Bekleyeceğim seni.

Yıkama işi de bittikten sonra gelinlik gibi bir şey giydirdiler. Dört ayaklı tahtadan bir yuvanın içinde mezarlığın yanındaki boş alana getirdiler beni. Herkes sırayla beni sırtlarında taşıyarak getirdi. Arkamda sayamadığım onlarca kişi vardı. Kavgaya çağırsam gelmezler o yüzden ağız tadıyla bir kavga da edemedim ömrümde. Beni yerden yere vuran adamlar, şimdi de sırtında taşıdı. Hiç şaşırmadım aslında çünkü aynısını Twitter'da da yapıyorduk biz. Hepsi arkama geçtiler. Var mı üç yüz kişi? Filme gönderme yapardık. Tahsin amca da tribün lideri gibi üçlü çektirdi. Herkes, üç kere aynı anda "Helal olsun!" dedi.

Yine karşımda, yıllarca yaptıklarımla yerin dibine soktuğum akrabalarım var. Aslında onlar öyle derler, ben öyle düşünmüyorum. Öç alıyorlar galiba benden, yerin dibine ciddi ciddi sokuyorlar. Bir de toprak attılar, üzerime. Ne kadar çok utanmışlar benden.

Tek tek dağılmaya başladılar. Gitmeseler keşke. Aslında her şeyin farkındaydım. Faruk amcanın çaresizlik içinde uyandırmaya çalışmasının, Şakire ablanın ayağımdaki yarayı ovalayarak gözyaşının akmasının, Tahsin amcanın "Fatihaa!" diyişinin ve sayısız hakları olan bu insanların haklarını helal edişinin farkındaydım.

Çok utandım ve bu yüzden kendimi kandırdım. Yıllarca yüzümüz gülmedi, ölürken gülelim diye kendimce eğlendim. Aslında söylemek istediklerimi söyleyemedim. Geç kalmıştım hepsi için bu yüzden utandım. Utancımı sakladım. Yine beklerim, şimdiden özledim. Herkes gitti ama birisi geliyor uzaktan, umarım bana geliyordur.

Son anda gözümün önüme gelmeni istemiştim, o an beyaz ışık göründü. İyi ki gelmişsin. Keşke duysan söylediklerimi. Whatsapp’tan engellediğin gibi aynı şu an. Son mesajım da tek tik kalmıştı.

"Sana geliyorum, son kez göreyim seni, bir daha karşına çıkmam.” yazmıştım. Artistlik yapıp virgüller koyduğum mesajın sonuna da nokta koymayı unutmuşum. Neyse işte yine tek tik kalacak.

"Ben hep seni sevdim ve seni bekledim. Bedenim toprakta olsa da ruhum, senin esirin. Hangi dünyada olduğumun önemi yok, sen bana yetersin. Gelmesen de ben hep seni beklerim."