"Ne zaman geldin ruhum, görmedim seni."

Görmedim, ne kendimi ne seni. Parça parça, kıymık kıymık. Dağınık, darmadağın. Ellerim titriyor, ayaklarım yalpalıyor. Bir kuşu avucumda tutmaya gücüm yok yahut bir şarkıyı mırıldanmaya. Sessizce doludizgin bir suskunluğa talibim sadece, asırlar sürecek bir suskunluk. Dağ başlarında değil hem. Kentlerin beton ovalarına gömülesice bir suskunluk tek dileğim. Kronik yorgunluk, hafif düzey melankoli tanısı şimdilik ruhum. Dedim ya şarkı mırıldanmaya yok gücüm, yazmayı nasıl becereceğim? Dedim ya, bir kuşu avucumda tutmaya yok gücüm, ellerinden tutup gitmeleri nasıl becereyim? Milan Kundera okumak istiyorum. "Aşk, bir ayrıcalıktır ve bütün ayrıcalıklar layık olunmamış şeylerdir, bu yüzden de bunun bedelini ödemesi gerektir." Gülüşün ve Unutuluşun Kitabı adlı eserinde yazmış Kundera bu hayatlar özeti sloganı. Yaşamdan ve yaşamın tanrısından bir ayrıcalık talebim olmadı benim. Gel gör ki talibi olunmayan bir ayrıcalığın bedelini ödemek, nasıl desem, fazlasıyla insafsızlık gibi. Yaşamaya bile talip olmadığım bir bedenin karşılığında bedel ödemeyi haiz olmak, akıl almaz gibi. Nefes almak istiyorum yalnızca, göğsümün içi dolu, ciğerlerim dolusu. Başımı uzatıp pencereden göğe ve güneşe bakmak istiyorum gözlerimi kısarak. Fazlaca bir şeyler istiyorum. Koskoca yaşamayı istemek ne demek? İdrak edemeyecek kadar safsatayla dolu aklım. Beton çağlarında yaşıyorum çünkü ben bu yaşamanın.